AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Nereden nereye...

Zaman sadece insanların hayatında değil, toplumların hayatında hızla akar gider. Ama hız izafidir. Örneğin toplumlara oranla insanoğlu için değişimin süresi çok kısadır ve sonuçları daha keskindir. Toplumsal hayattaki 1 yıl bazen bir insan hayatındaki 1 dakikadan, hatta bir saniyeden fazla anlam taşımaz, yeter ki o bir dakika ya da yıl ölümler, savaşlar, kazalar gibi kesin sonuçlara yol açmamış olsun.

Türkiye'nin son iki yılda izlediği hızlı değişimi bu sınırlar içinde değerlendirmek gerekir...

Özellikle 2002 Kasım seçimleri sonrasında sıkça yapılan, hâlâ sürdürülen yeni bir dönemin başlangıcı gibi keskin yorumlara karşı tedbirli olmakta yarar var.

Toplum çevresi ile merkezi arasındaki mesafenin kapanması, çevrenin siyaseten merkeze taşınması, merkezin değişimle tanışmaya yüz tutması, çevrenin kendi içinde yaşadığı değişim süreci, en önemlisi siyasi karar mekanizmaları ile toplum arasındaki kopukluğu bir ölçüde gideren, iç dinamiklerin sağladığı meşruiyetle değişim politikalarını hayata geçiren bir anlayışın ilk ipuçlarının görünmesi elbette son derece önemli...

Yine de Türkiye'nin yeni bir "siyasal-toplumsal kuşağa mı girdiğini" yoksa "eski kuşağın bir aşamasını oluşturacak gizli ve yeni bir gerginlikler serisine mi başladığını" veya "iki kuşak arası bir geçiş sürecine mi tanık olacağını" zaman gösterecek.

Değerlendirme yaparken şu iki sınanmış ve bildik ilkeyi gözden kaçırmamakta yarar var.

İlk ilke şudur:

Tüm toplumlar için kural olan kriz, istisna olan istikrardır. Zira krizler toplumların değişmesini ifade ederler. Yeni teknolojik girdiler, yeni sorunlar, yeni talepler toplumları kendi iç dengelerini, yönetim yapılarını, geleneklerini ve kurallarını sürekli değiştirmeye iter. Bu değişim, doğal olarak çıkar kavgalarıyla, ideolojik itişmelerle iç içe girer. Bunların ürettiği çatışmalar, yani krizler, ancak sistem tarafından bir talep göstergesi olarak kabul edilir ve entegrasyon yoluyla çözülürse biter ve değişim daha bir başkasına yerini bırakmak üzere yol alır.

Türkiye uzun süredir böyle bir "değişim krizi"nin içinde. Krizlerin her geçen yıl derinleşmesi, "kendi etrafında dönen bir yılan" gibi "fasit bir daire" görüntüsü vermesi, bunların ardındaki değişim dalgasının sistem tarafından reddedilmesinden kaynaklandı. 28 Şubat'tan 3 Kasım 2002'ye kadar yaşanan süreç ile bu sürecin değişik anları da bu büyük "kriz-değişim" öyküsünün bağımlı değişkenlerden oluşan parçalarını oluşturdu.

İkinci ilke daha basit:

Tabiata, insana ve topluma ilişkin bir değişim bir kopuşu, bir yeniden başlangıcı ifade etmez. Değişim her zaman "sürekliliğe" tâbidir. Örneğin her toplumsal değişim toplumsal süreklilik içinde anlam kazanır. Her değişim unsuru veya noktası bir önceki dönemin unsurlarını içinde taşır, onlar tarafından kuşatılır.

Bu kurumlar, gelenekler ve siyasi partiler için de böyledir, devlet anlayışları için de...

Ama sürekliliğin mutlak olduğu yer "zihniyet"e ilişkindir. Devlet de, siyasi partiler de ya da kişiler de fikirlerin ve tavırların değişmesi, reflekslerin, kültürel ve siyasi kodların bir çırpıda değişmesi anlamına gelmez.

Güç dengelerinin kısa vade içinde ters yüz olmasının yarattığı "değişim havası"yla uzun vadeli "zihniyet ve toplumsal değer değişimleri" elbette birbiriyle ilişkilidir, ancak bir o kadar süre, nitelik, kalıcılık ve etki açısından birbirinden farklıdır.

Türkiye askeriyle, ordusuyla, muhalefet ve iktidardaki siyasi partileriyle bu süreklilik ve bu koşullar çerçevesinde değişiyor.

2002 sonrasının ekonomik, siyasi, toplumsal girdileri de bu sınırlar içinde anlam taşıyor...

O zaman şunu vurgulamak lazım:

Yeni dönem toplumun çevresiyle toplumun merkezi arasındaki güç dengesi ve gerginliğin yeni bir aşamasını ifade etmiştir. Ne bu güç dengesi tamamen yenilenmiş ne de söz konusu gerginlik çözülmüştür.

Ancak alınan yol ya da gelinen aşama oldukça anlamlıdır.

AKP'nin seçim başarısı iktidarlar üzerindeki "devlet vesayeti"ni üreten "mevcut güçler dengesini belli noktalarda ve bir ölçüde etkilemiş", daha önemlisi "siyasi meşruiyet fikrini güçlendirmiş", ve ülkenin önüne yeni "sentez imkanları" çıkarmıştır.

Bu sentezin bir "imkan hali"nden bir "gerçeklik durumu"na geçmesini belirleyecek olan elbette bu "değişimin öbeğinde yaşanacak güç mücadeleleri"dir ve bölgesel-uluslararası "konjonktürel girdiler"dir.

Unutmayalım ki, dün de belirttiğimiz gibi AB konusundaki ana istikametin biraz daha netleşeceği 2004 yılı, konjonktürel verilerin yapısal verilere dönüp dönmeyeceğini gösterecek önemde olacaktır...


18 Eylül 2003
Perşembe
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED