AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Köşelerde 'YÖK-Asker zirvesi'

'YÖK-Asker Zirvesi'ni Hürriyet'ten Yalçın Doğan, Milliyet'ten Fikret Bila ve Abbas Güçlü, Radikal'den İsmet Berkan, Murat Yetkin, Murat Belge, Tercüman'dan Hasan Celâl Güzel yazdı. İstersiniz sırayla değil de, "yerinde yorumlar"dan "sinir bozucu yorumlara" doğru ilerleyelim:

YÖK Başkanı ve sekiz rektörün Kara Kuvvetli Komutanı'nı ziyaretiyle gündeme gelen, ardından Genelkurmay'dan gelen açıklamayla daha bir önem kazanan "YÖK-Asker zirvesi" meselesine köşeyazarları pek ilgi göstermedi. Biz, konuyu köşelerine taşınmaya layık gören (Yeni Şafak yazarları hariç) şu köşeyazarları ile karşılaştık:

Hürriyet'ten Yalçın Doğan, Milliyet'ten Fikret Bila ve Abbas Güçlü, Radikal'den İsmet Berkan, Murat Yetkin, Murat Belge, Tercüman'dan Hasan Celâl Güzel.

Bizim görebildiklerimiz bundan ibaret; Radikal, konuya haber olarak da geniş yer vermesinin yanısıra, köşeyazarları açısından da birinci sırada!

Peki bu köşeyazarlarının konuya ("problem" demek daha doğru herhalde) yaklaşımı nasıldı? İstersiniz sırayla değil de, "yerinde yorumlar"dan "sinir bozucu yorumlara" doğru ilerleyelim:

Hasan Celâl Güzel, "YÖK ve Militarizm" başlıklı yazısında, yazının başlığından da tahmin edildiği gibi, sözkonusu "zirve"yi "benzeri hiçbir demokratik ülkede görülmemiş ve görülmesi mümkün olmayan bir 'skandal'dır" şeklinde niteliyor. Güzel, YÖK Başkanı ve sekiz rektörün Kara Kuvvetleri Komutanı ile biraraya gelmelerinin komutanın daveti üzerina vaki olduğunu da sanmıyor: "Sonunun geldiğini anlayan sünnet çocuklarının telaşı içinde, ortalıkta koşuşturup duran YÖK Başkanı'nın bu randevuyu aldığına eminim." Ancak yazar (bizce bu yazının cevapsız bıraktığı bir soru) bu tahminini temellendirmek için hiçbir gayret sarfetmemiş.

Güzel'in yazısında dikkatimizi çeken önemli bir husus da, yazarın Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman'dan (ilk cümle hariç) yazı boyunca sürekli "Aytaç Yalman Paşa" ya da "Yalman Paşa" diye söz etmesi. Bize sorarsanız, bir orgeneralden, hem de "YÖK ve Militarizm" başlıklı bir yazıda, sürekli "Paşa" diye söz edilmesi problemli bir durum yaratmaktadır, deriz.

Yalçın Doğan'ın "YÖK, sıkışınca askere imdat!..." başlıklı yazısı Hürriyet'in konuya (probleme) ilişkin tek köşe yazısı. Doğan'ın yazısının hemen başında yer alan şu cümleler hiç fena değil doğrusu: "Asker ve YÖK tasarısı?... Bir çiçekçi ile astronot olmak arasında ne kadar ilgi varsa, askerle üniversite tasarısı arasında da o kadar ilişki var!.. Ancak, askeri konuya dahil eden, ne yazık ki siviller. Üstelik, başta YÖK Başkanı, bazı rektörler."

Gördüğünüz gibi, Doğan'ın bu güzel karşılaştırması da daha ikinci cümleden itibaren "problemli" bir durum arzetmiyor değil. Doğru, bu "zirve"nin en can sıkan tarafının "siviller"in (burada YÖK Başkanı ve bazı rektörler) böyle bir karşılaşma için bu derece gönüllü olmaları. Ancak, "Ancak, askeri konuya dahil eden, ne yazık ki siviller" yargısı da biraz "abartılı" değil mi?! (Hani neredeyse şu ünlü fıkrada -"Hocanın evine hırsız girmiş..."- olduğu gibi!)

Ancak herşeye rağmen, "Bu YÖK'ün değişmesi gerek" diyen Doğan, incelediği konunun hakkını vermiş.

Murat Belge'nin (bir YÖK mağduru olarak) bugüne kadar YÖK'e ve üniversite düzenine getirdiği eleştiriler bilindiği için "TSK üniversiteyi izliyor!" başlıklı yazısından uzun alıntılar yapmaya gerek yok herhalde... Ancak Belge'nin Genelkurmay'ın açıklamasında yer alan "Bizim de 21 adet yüksek öğretim kurumumuz var!" mealindeki iddiaya karşı getirdiği şu yorumu da atlamayalım: "TSK'nın bünyesinde 21 adet öğretim kurumu olduğu için YÖK'e müdahalesinin normal olduğunu söylemek de inandırıcı bir söz değil. Ona bakarsanız, polis teşkilatının da okulları var: Kadrolarını eğitmesi için elbette olacak bu. Ama Emniyet Genel Müdürlüğü, YÖK'le ilgili yasa taslağını görüşmek üzere YÖK Başkanı'nı makamına davet ederse bu durumu yadırgamaz mıyız?"

Tamam, Belge'nin bu karşılaştırmasına kimilerinin "Emniyet Genel Müdürlüğü ile diğerinin kendilerine verilmiş görev, sorumluluk, yetki açısından ne gibi bir benzerlikleri var?" sorusunu yöneltecekleri malum. Ama ne yapabiliriz, Belge de meseleyi böyle görüyor...

Murat Yetkin, hikayeyi özetlerken, Genelkurmay'ın açıklamasından hareketle şöyle diyor: "Tehlike, bu cümlenin ("Türkiye'de eğitim ve öğretim Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır" Anayasa, madde 42) Gürüz ve sekiz rektörün Yalman'a gitmesini eleştiren ya da tartışan herkesin, sanki Anayasa'nın 42'inci maddesine, eğitimin Atatürk ilkeleri, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılmasına karşı olduğu şeklinde yorumlanmasıdır. (...) rejime karşı işlenmiş bir Anayasa suçu imiş gibi değerlendirilmesidir."

Önemli ve haklı bir değerlendirme doğrusu... Belli ki Yetkin burada, "rejim düşmanları" ile "muhalifler" ayrımını yapamayan bir zihniyetin barındırdığı tehlikeye dikkat çekiyor. Ancak, Yetkin'in yukarıda aktardığımız değerlendirmesine de küçük bir itirazımız var: Türkiye'deki eğitim ve öğretimin "Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda" olmak zorunda olduğu, Anayasa'nın 42. maddesinde hükme bağlanmış bile olsa, eleştirilmeyecek ya da karşı çıkılmayacak bir husus değildir. "Çağdaş bilim ve eğitim esasları"na uygunluk tabii ki gereklidir; ancak, "Atatürk ilke ve inkılapları"ndan ne anlarsanız anlayın, böyle bir zorunluluğun ülkenin eğitim ve öğretim politikasını daha baştan itibaren kayıt altına alması "çağdaş bilim ve eğitim esasları"na uygun değildir. Nitekim, tabii ki, Türkiye demokrasi yolunda ilerledikçe, Anayasamız da bu tür "bize özgü" ifadelerden arınacaktır.

İsmet Berkan da fikrini açıkça ifade edenlerden: "Kimse kusura bakmasın ama hayır, TSK'nın YÖK yasa değişikliği tartışmalarıyla bu biçimde ilgilenmesi doğal değildir. (...) TSK adına Genelkurmay'ın böylesi bir görüşü oluşturup hükümete göndermesinden daha doğal bir şey olmaz; çünkü açıklamada da söylendiği gibi TSK tarafından işletilen YÖK'e bağlı bir dizi yükseköğretim kurumu bulunuyor. Ama Kara Kuvvetleri komutanı'nın kendisini ziyarete gelen rektörlere hükümetin taslağına karşı yürütülecek kampanyanın nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili telkenlerde bulunması normal karşılanabilir bir durum değil."

Ancak Berkan'ın bu güzel sözleri arasında yer alan bir değerlendirmeyi hiç "doğal" bulmadığımızı da (herkese illâki bir şey söyleyeceğiz ya!) söyleyelim. Berkan bu değerlendirmesinde (az önce okuduğunuz gibi), Genelkurmay'ın (çünkü 21 adet yüksek öğretim kurumu vardır) ülkenin yükseköğretim düzenine ilişkin görüşlerini hükümete bildirmesinin "doğal" olduğunu söylemektedir. Biz işte bu fikre de pek katılamıyoruz. Niçin katılmadığımızı da, isterseniz, bu gibi meselelerde en iyi yol olan "karşılaştırma" yöntemine başvurarak açıklayalım: Bakın bugün Avrupa'da pek çok ülke yükseköğretim sistemini yeniden gözden geçirmeye çalışıyor. Peki siz bu tartışmalarda (son örneği Fransa'da bugünlerde başlayan tartışma) söz konusu ülkelerin "Genelkurmaylarının" görüş açıkladıklarına hiç rastladınız mı?

Ayrıca, Berkan'ın "TSK tarafından işletilen YÖK'e bağlı bir dizi yükseköğretim kurumu" diye yazarken, Anayasa'nın 132. maddesine bir kez daha göz atmasının yararlı olduğunu düşünüyoruz.

Gelelim Milliyet yazarlarının, yani Abbas Güçlü ve Fikret Bila'nın yazılarına:

Güçlü, hem de bir "eğitim yazarı" olmasına rağmen, "zirve" meselesini çok karışık aktarmış ve değerlendirmiş. Yazısında şöyle cümleler eksik değil: "Bu aşamada, sanki bu tartışma eksikti. Görüşmenin içeriğini bilmeden rektörlere böylesine ağır eleştiri yöneltmek için haksızlığın da ötesinde önyargılı olmak gerekiyor."

Görüyorsunuz, bu cümleler haddinden fazla "genel" ve dolayasıyla hiçbir "tavır"ı yansıtmıyor. Yazar şöyle devam etmiş: "Rektörler, eğer dayak yiyen çocuklar gibi askerlere gidip, 'Abi bunlar beni dövüyor, sen de git onları döv' diye hükümeti şikâyet ettilerse, elbette eleştirilir. Ama oradaki diyaloğun, ülke menfaatlerini de ilgilendiren çok önemli boyutlarda olduğunu görüyoruz. Kaldı ki Genelkurmay ile görüşmeyen kaldı mı!..."

Daha ne diyelim istiyorsunuz?! "Elbette eliştirilir" denilen örneğe bir bakın!

Fikret Bila, tabii ki bir Güçlü değil; o gazetesinin "Ankara" temsilcisi ve doğal olarak meseleyi temsil ettiği bakış açısından değerlendirecek...

"Zirve"ye ilişkin eleştirileri eleştirerek işe başlamış: "AKP iktidarında bu eleştiriler öyle bir noktaya vardı ki, neredeyse, askerlerin yaptığı her iş veya içinde askerlerin yer aldığı her olay, 'düşman faaliyeti' gibi görülüp, gösterilmeye çalışılıyor. Sanki Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti'ne düşman... Mantık bu..."

Hoppalaaa! Bu "mantık" da nereden çıktı şimdi?! Şunun şurasında soğukkanlı olarak "YÖK-Asker zirvesi"ni değerlendirmeye çalışırken, bu haddinden fazla hararetli cümleler de (ya da "sitem"!) nereden çıktı?

Bila'nın bu (bizce yanlış yola sapmış) akıl yürütmesi bakın nasıl devam ediyor: "Daha birkaç yıl önce Güneydoğu'da, köye su, okul, yol yapılmasında askeri öne sürenler, yoksul öğrencilere üniversiteye giriş kurslarını bile askerlere verdirenler, birden bire asker düşmanı kesildiler."(!)

Tartışma konusuyla çok, hem de çoook ilgisiz sözler değil mi bunlar? İşi buralara kadar vardırmanın ne gereği var?! Şurada sakin sakin tartışıyorduk!

Belli ki, Anayasa'nın 132. maddesini okumayanlar arasında Bila da var. Yoksa şöyle yazar mıydı: "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bünyesinde 21 eğitim kurumu var. (...) Bu nedenle de, TSK, YÖK bunyesinde temsil ediliyor."

Nasıl anlatmalı bilmiyoruz ki; "Hayır" bu doğru değil, çünkü Anayasa'nın 132. maddesine göre TSK ve Emniyet Teşkilatı içinde yer alan kurumlar özel kanunlarla getirilen hükümlere tâbi!

Peki ya yazarın şu görüşüne ne diyorsunuz: "Yasalar genel niteliklidir. Her kişiyi ve kurumu bağlar. Bu nedenle yasa hazırlıkları ilgili kuruluşlardan görüş alınarak yapılır. İlgili kurum askeri kurumsa görüş alınmaz, görüş bildiremez, diye bir Anayasa veya yasa maddesi de yoktur."(!)

Amma da ısrarlı yani... Hayır, yanılıyorsunuz, TSK bünyesinde yer alan yükseköğretim kurumları, ülkedeki yükseköğretimi düzenleyen kurum ve kanunlara tâbi değil, onlar kendi yönlerini kendileri çiziyor! Dolayısıyla "Yasalar genel niteliklidir" gibi cümleler kurmanın sırası değil.... (K.B.)


Çelik'e laf yok, ama sıra rektörlere gelince...

Biliyoruz, "YÖK-Asker zirvesi" hikayesini çok uzattık ama önümüzde yine bununla ilgili öyle bir haber var ki, hakkını yememek gerekir...

Milliyet gazetesi (16 Eylül), söz konusu "zirve"ye dair bilgiler verirken, bir haberine de şu başlığı uygun görmüş: "Karargâha önce Çelik gitmiş"(!)

Bu esrarengiz başlığın açılımı şöyle: YÖK Başkanı'nın ve bazı rektörlerin Kara Kuvvetleri Komutanı'nı ziyaretini eleştirenler, Milli Eğitim Bakanı Çelik'in Genelkurmay Başkanı'na yaptığı ziyaretten niçin hiç söz etmiyorlar!

Nitekim haberde Çelik'in ziyaretine ilişkin bilgiler de verilmiş: Çelik, "taslakla ilgili olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'le, biri nisanda olmak üzere iki kez" görüşmüş.

Durum böyle olur da Milliyet sormaz mı: "... iki kez görüşmesine hiç değinmemesi dikkat çekti."

Kimin dikkatini çekti? Milliyet'in.

Peki dikkatli Milliyet'in dikkatini, Çelik'in Genelkmurmay Başkanı'nı ziyaret etmesiyle, YÖK Başkanı ve bazı rektörlerin Kara Kuvvetleri Komutanı'nı ziyaret etmeleri arasında karşılaştırılabilecek hiçbir yanın olmaması da çekmiyor mu?

Demek ki çekmiyor... (K.B.)


'Sevgili dostlar' size söylüyorum!

"Yazmaya yeni başlamadı ki, siz yeni farketmişsiniz!" dediler.

Doğru olsa gerek, çünkü okurlarına sürekli "Sevgili dostlar" olarak hitabettiğine göre, söz konusu dostluğun kurulabilmesi için epeyce zaman geçmiştir...

Neyse de biz kısa bir süre önce keşfettik. Ama artık, bir gün bile kaçırmıyoruz, desek yalan değil....

Kendinizi hiç zorlamayın tahmin edemezsiniz; Radikal'de yazıyor. Gazetesinin "Ekonomi" sayfasında görünüyor ama aklı sürekli ağır siyasi meselelerde.

Evet, Yiğit Bulut'tan söz ediyoruz.

İşte size son yazısından (16 Eylül) birkaç cümle:

"Sevgili dostlar. Bu yazıyı 'Türkiyeli olmak' kavramına karşı olduğum için, bu kavramları ortaya atanların Atatürk'ün öngörüsünü anlamadıklarını haykırmak için yazdım. 'Türkiyeli olmak' gibi, İkinci Cumhuriyet' gibi sanal kavramlara ihtiyacımız yok... Aradığımız her şey Türk devrimini yaratan doktrinin içinde yüzyıllar sonrasını kapsayacak şekilde var. Bakmasını bilenler, ihtiyaçları olanları orada bulacaklar... Bu bakmasını bilenler kavramını aynı zamanda 'ülkeyi karıştırmayı', 'köşe yazarlığı' yapmak ile eşit algılayanlara da buradan ithaf ediyorum..."(!)

Güzel cümleler doğrusu... Yanlış anlamayın sakın; bu küçük nutukta yer alan suçlamaları hiç mi hiç üzerimize alınmadık... Biz bir kere kendisinin ne "Sevgili dostları"yız, ne de "köşe yazarlığı"nı "ülkeyi karıştırmak"la bir tutanlardan...

Acaba diyoruz, bu ateşli kalem nutkunu, adını anmasa da, gazetesinin bazı köşeyazarlarına karşı okuyor olmasın?!

Her neyse de ortaya hoş bir durumun çıktığı apaçık... Radikal'de böyle fikirlerle karşılaşmak "çoğulculuk" ilkesinin önemini bir kez daha gözler önüne seriyor... Biz "Aman Kışlalı'ya dikkat edin!" diye çırpınırken, yeni neslin onu da aratacağı seziliyor! (K.B.)


18 Eylül 2003
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED