AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Orduyu tartışmak

Türkiye, ordunun konumunu tartışıyor. İki ana çizginin netleştiği söylenebilir: Bir çizgi, demokratik toplumlarda olduğu şekliyle askerin siyasi iradenin emrinde olmasıdır. Siyasi irade, halk tarafından seçilmiş iradedir. Bu durumda askerin siyasi iradenin emrinde olması, halkın emrinde olması anlamına gelir.

"Siyasi iradenin belirleyici olması" konusu şu sıralar daha çok öne çıkıyor, çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, zaman zaman askeri müdahalelerle siyasi iradeyi tanzim etmek gibi geleneği bulunduğu biliniyor.

Bu çizgi "asker asli görevine dönsün" diyor.

Bu çizgi, ordunun asli görevinin ise "ülke savunması" olduğunu, bunu sağlamak için de -ama sırf bunu sağlamak için- güçlü olması gerektiğini düşünür.

Şu anda Türkiye'de, AB ile uyum sürecinin de katalizör etkisiyle, geçtiğimiz zamanlarda askerin siyaset üstü etkisine destek vermiş bir kesim de dahil, bu "asli göreve dönme" vurgusu ciddi bir ilgi görüyor. Bizzat Genelkurmay Başkanı Org. Özkök'ün de, (son YÖK duruşu hariç) bu çizgiyi vurgulayan tavrı ile dikkat çektiği gözleniyor.

İkinci çizgi, askere "özel misyon" yükleyen çizgidir. Türkiye çok partili hayata geçtiğinden beri askere böyle bir misyon yüklendiğini ve bunun ilk ürününün 27 Mayıs İhtilali olduğunu biliyoruz. Sonrası 28 Şubat'a kadar uzanan açık-örtülü öteki askeri müdahalelerdir. Askeri müdahalenin böylesine açık olmadığı dönemlerde dahi, bu çizginin sistem üzerinde bir "asker denetimi"ni var kılmak istediği, çağırdığı, askeri bir sopa gibi kullandığı biliniyor.

Bu çizginin temel fikri dokusu, cumhuriyetin korunması noktasında halka güvensizliktir. "İş halka bırakılırsa mutlaka bir aldatıcı grup çıkar ve halkı alır götürür, rejim tehlikeye girer. Öyleyse gerektiğinde halkı silahla tanzim edecek bir öncü güce ihtiyaç vardır." Bu çizginin toplumsal tabanı sınırlıdır. Diğer ifadeyle azınlıktır. Bu yüzden de seçimleri hep kuşku ile izler. Demokrasiye karşı çıkılmaz ama, demokrasi ile özel (tercümesi: halka rağmen) cumhuriyet tanımı arasında tercih duygusu hep elde bir durur ve kurban olarak demokrasinin verilmesi tercih edilir.

Bu çizgi TSK İç Hizmet Kanunu'nda geçen "Cumhuriyeti koruma kollama görevi" ile bizzat askerin sahiplendiği bir çizgidir. Ancak, böyle bir sahiplenişin orduyu, bir askeri müdahale için kullanma noktasına getirmesinde ordu içindeki özel grupların -buna cunta da denir- özel gayretleri olmuştur. 27 Mayıs alttan yapılan bir askeri harekettir, 12 Mart, alttan gelen bir kalkışmanın komuta kademesince yönlendirmesinin ürünüdür. 12 Eylül, komuta kademesince kotarılmış, 28 Şubat ise komuta kademesinin MGK'yı yönlendirmesi ile hayata geçmiştir.

Tüm bu askeri operasyonlarda, operasyona iştirak eden bir "sivil ekip" de bulunmaktadır. Operasyonun oluşumunda kimin kimi yani askerin mi sivili, sivilin mi askeri tetiklediği tartışılabilir. Ama bir askeri operasyonun "halk iradesine dayanmak" gibi bir derdi bulunmadığı, nihai tahlilde, halkı tanzim amacı taşıdığı açıktır. Nitekim "Halk bizimle" iddiaları, askeri operasyonlardan sonra yapılan ilk seçimlerde sandığa yansır ve hemen daima, sandıktan askeri şablonu reddeden bir siyasi kadro çıkar. Bu 27 Mayıs'tan sonra da böyledir, 12 Mart'tan sonra da, 12 Eylül'den sonra da, ve aktüel olarak gözlendiği gibi 28 Şubat'tan sonra da...

Bugün...

Türkiye "daha çok demokrasi" sürecini yaşıyor. Askeri müdahalelerin gerek insani acılar, gerekse toplumsal düşüşler yönünden Türkiye'ye ödettiği bedel, dün o süreçlerde rol almış birçok sivili de "daha çok demokrasi" için askerin asli görevine dönmesi talebini seslendirme noktasına getirmiştir. Dolayısıyla şu anda, 27 Mayıslar ikliminden çok daha net bir demokratik talep söz konusudur.

Ama öteki çizgi de var. Hâlâ bir kesim "asker misyonu"nu Türkiye için "kaçınılmaz" görme noktasında. Sivil ayakta odaklananlar var, bunun ordu içinde karşılığını üretmeye çalışanlar var. "Genç subaylar" vak'ası, bu iki ucun buluşturulması çabası olarak değerlendirilebilir. KKK Org. Yalman'ın YÖK vak'asının merkezine çekilmesi, eğitim tartışmalarının, asker duyarlılığını kaşımaya yönelik olarak laiklik-Atatürkçülük ekseninde tırmandırılması da hiç şüphesiz ülkenin akışına asker iradesini egemen kılma çizgisinin yansımasıdır. CHP'li yönetim kadrolarının aktüel tartışmalara askerle paralellikler arayan bir üslupla yaklaşmaları, zihinlerdeki "artı ordu" denklemini hatırlatıyor. Dikkatli bir bakış, askerin yönetime el koyması ile, askerin siyasi iktidar üzerinde sopa olarak kullanılması arasında, zihniyet planında, sadece nicelik -kemmiyet- farkı olduğunu, nitelik farkı olmadığını görecektir.

Dikkatli tahlil edilirse, tartışmaların "asker düşmanlığı" falan gibi provokatif alanlara kaydırılması da, askeri asli görevi olmayan alanda kullanma arzusunun yansıması olduğu görülecektir.

Ordunun Türkiye'nin savunması için önemini bilenler, onun asli görevi dışında kullanılmasına razı olmazlar. Bu özellikle askeri kadroların duyarlı olması gereken bir çizgidir. Çünkü yaşanan tecrübeler bu durumlarda bedeli en çok tuzu kuru sivil provokatörlerin değil, askerin ödediğini ortaya koymuştur. Bedelin en büyüğü de, hiçbir askeri müdahalenin halk tarafından onaylanmadığının görülmesidir.

TSK'yı Gürüz gibi Türkiye'nin en tartışmalı isimlerinden biri ile aynı çizgide tartışma alanına sürmek TSK'ya iyilik etmek değildir.

TSK'yı "Genç subaylar" söylemi ile bütünleştirecek gerilimler içinde göstermek TSK'ya iyilik etmek değildir.

TSK'yı, bir muhalefet hareketi gibi, hatta ana muhalefet çizgisi gibi bir görünüme sokmak TSK'ya iyilik değildir.


18 Eylül 2003
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED