|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Eylül ayını diğer aylardan farklı kılan pek çok özellik var. Yaz'ın bittiği Sonbahar'ın başladığı, tabiatın sararmağa yüz tuttuğu, öğrencilerin okullara geri döndükleri, tatilin bitip yeni bir heyecan ve dirilikle işe başlandığı bir ay. Bu ay üzerinde şiirler, romanlar, hikayeler yazılmıştır. Eylül'ün farklı bir romantizmi, farklı bir duygusal iklimi ve farklı bir başlangıç noktası olduğu açık. Bütün bu tabii niteliklerin ötesinde Eylül ayının Türk insanı ve siyaseti için diğer toplumlardan oldukça farklı bir anlamı ve hatırası var. Evet "Eylül" ayı, Türk siyasetinde derin bir yaranın ve trajedinin yeniden yaşandığı, hatırlandığı bir aydır. Aradan yıllar geçse de, yeni nesiller Eylül'ün trajik anlamını bilmese de etkileri hâlâ devam eden, ektiği düşmanlık tohumları üzerinde yetişen acı meyvelerin pazarlardan bir türlü kalkmadığı bir zamanı işaret etmektedir. Açık ve iğrenç bir cinayete kurban giden merhum Adnan Menderes 17 Eylül 1961'de, Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan da 15 Eylül'de idam edilmişlerdi. Türk siyasetinde pekçok siyasi cinayet vardır ama bunlar içerisinde herhalde en iğrenci ve toplumda derin izler bırakanı ise bu üç siyasetçinin katledilmeleridir. Siyasi hırs ve düşmanlıkları nedeniyle 27 Mayıs 1960 darbesine alkış tutanlar bile bu idamların yanında yer almaktan kaçınmaktadırlar. Olanları bir kez daha hatırlayalım. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Türkiye'de ilk defa halkın hür tercihi ile iktidar barışçı bir yolla el değiştirmiş ve cumhuriyetin başından beri ülkeyi yöneten partinin yerine Demokrat Parti yönetime gelmişti. 1954 ve 1957 seçimlerinde de halkın teveccühünü kazanan Demokrat Parti 27 Mayıs 1960 günü ordu içerisinden bir cuntanın basın, CHP ve aydınların desteğiyle gerçekleştirdiği darbe ile yönetimden uzaklaştırılmıştır. Hükümet üyelerini ve Demokrat Partililer'i yargılamak için olağanüstü mahkemeler kurularak Yassıada'da, o günleri yaşayanların tanıklığı ile, bir tür tiyatro oynanmış ve adil yargılama hakkı tanınmaksızın onbeş kişi idama mahkum edilmişlerdi. Bunlardan üçünün idamları iktidarı elinde tutan cunta yani Milli Birlik Komitesi tarafından onaylanmış ve cezaları Eylül ayında infaz edilmiştir. Elbette idamların kendisi başlı başına trajik olaylardır. Hele bu idamlar halkın vicdanında asla kabul görmemiş, meşru bir eylem olarak kabul edilmemiş ve onaylanmamışsa! Halkın oy vererek kendi egemenlik yetkisini emanet ettiği ve temsilcisi olarak ülkenin yönetimine getirdiği bir kişinin uyduruk mahkemelerle ve akıl almaz yöntemlerle gerçekleşen yargılamalar sonunda idam edilmişse olayın trajik boyutunu daha da artırmaktadır. Ancak Merhum Menderes ve iki arkadaşının idamlarını trajik kılan daha özgün gelişmeler de var. Suçlu diye idam edilen bu insanlar yine aynı devlet tarafından otuz sene sonra devlet töreni ile iade-i itibar edilmiştir. Menderes ve iki bakanı için Topkapı'da anıt mezar yapılıp naaşları buraya nakledildiğinde ki tören hafızamızda tazeliğini korumaktadır. Elbette ki Merhum Menderes ve arkadaşlarına iade-i itibar edilmesi önemli bir gelişmedir. Bir bakıma devlet yanlışlığını ve haksızlığını kabul etmiş ve yapılması gerekeni yapmıştır. Menderes'in de, arkadaşlarının da isimleri çeşitli kamu tesislerine, caddelere, hava meydanlarına, fabrikalara verilmiştir, verilmektedir. Bunun anlamı ve Türkiye'deki siyasetin işleyişi üzerinde düşünmek gerekmektedir. Aslında bu olay tek de değil; 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta yasaklanan, siyasetten tasfiye edilen, çeşitli hakaretlere ve karalamalara maruz kalan siyasetçilerin daha sonra nasıl halk tarafından yeniden iktidara taşındığını hep gördük, görmekteyiz. Şu andaki Başbakan R. Tayip Erdoğan bunun en yeni ve canlı örneği değil mi? Türk siyasetinde pekçok şey yanlış gidiyor, ancak yanlışlığı herkes tarafından kabul edilecek en önemli husus herhalde darbelerle devamlı biçilen siyasetçilerin toplumda yarattığı derin yaraların toplumsal faturasının çok ağır olduğudur. On yılda bir biçilen siyaset alanından daha aktif bir tavır beklemek çok zor. Her yıl Eylül ayı geldiğinde Menderes ve arkadaşlarının katledilmelerini derin bir hüzün ve acı ile hatırlarım. İade-i itibarlarına sevinir ve siyaset erbabı için avunurum. Ancak haksız yere idam edilenlere iade-i itibar ederken ve bunun yanlışlığını kabul ederken peki bu idamları gerçekleştirenlere, vahşice bu katliama yol açanlara ve açıkça anayasal düzeni silah tehdidi ile "tağyir" ve "tebdil" edenlere karşı niçin hiçbir şey yapılmadığına da kahrederim. Türk siyasetinde tamiri imkansız acılara, haksızlık ve hukuksuzluklara yol açan darbeleri gerçekleştirenlere gereken cezayı vermedikçe demokrasiyi korkusuzca ayakta tutmanın zor olduğunu bilmemiz gerekiyor. Darbecilerin sadece halkın vicdanında cezaya çarptırılmaları yeterli değil mahkeme önüne çıkarılmaları zorunludur. Temel sorunumuz ne 27 Mayıs'ın, ne 12 Mart'ın, ne 12 Eylül'ün ne de 28 Şubat'ın aktörlerinin mahkeme önüne çıkarılamamış olmalarıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |