|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ekonomi yönetiminin bankacılık sektöründe yaşanan sıkıntıların ülkeye mâliyeti konusunda yaptıkları açıklamalar dehşet verici. Dün, ekonomiden sorumlu devlet bakanı Ali Babacan, el konulmuş bir bankada gerçekleştirilmiş 'yasa-dışı' işlemleri anlatırken, ülkenin ne kadar korumasız halde bulunduğunu da ele vermiş oldu. Milli değerler, hatta kişisel servetler, bankacılık adı altında kurulmuş soygun yöntemleriyle, haksız yere el değiştirmiş... Konu sadece İmar Bankası ve Uzan Ailesi ile sınırlı kalsaydı, akıl dışı olsa da, olumsuzluğu sineye çekmek belki düşünülebilirdi. Ancak konunun sisteme dönük bir yüzü olduğu son üç yıl içerisinde devletleştirilmiş banka sayısından da belli. Kamu bankalarının satılması düşünülen bir ülkede, özel sektöre ait bankaların devlet gözetimine alınması bize özgü bir durum. Konuyu her zamanki gibi 'polisiye' ve 'magazin' yönleriyle el aldığımızda esası gözden kaçırabiliriz. İmar Bankası olayı, ne yazık ki, Gülben Ergen kasetlerine indirgenme tehdidi altında. Banka sahiplerinin adalete teslim olmak yerine kaçmayı tercih etmesi ise, gelişmelerin 'polisiye' yönünü ön plana çıkartıyor. Maalesef, polis açısından hiç de iç açıcı sayılmayan 'polisiye' yönünü... Oysa, bankacılık, özellikleri sebebiyle, her sektörden daha sıkı güvenlik tedbirlerinin geçerli olduğu bir uğraş alanı. Merkez Bankası'nın yakın tâkip mekanizması yanında, sırf sektörü yakından izlesin diye özerk bir kurul da oluşturuldu. Mevzuatta da aldatılmayı engelleyici, kötüye kullanma ve soygun ihtimalini azaltıcı bir dizi tedbir öngörülüyor. Buna rağmen dehşet verici durum, denetlemenin ve mevzuatın kötü niyetlileri durduramadığına işaret ediyor. Bu durumda, görev, yargıya düşüyor. Bank Ekspres ile ilgili son karar, yargının da kamuoyu vicdanını rahatlatacak bir performans gösteremediğini ortaya koydu. Elbette yargıçlar eldeki mevzuata uygun davranmak zorundalar; bu bakımdan verilen kararı fazla sorgulamak zor; ancak sahip ve yönetcileri belli olan bir bankanın bütün sorumluluğunun, sırf resmi kayıtlarda farklı isimler üzerine kayıtlı olduğu için, çaycılara yıkılmasında mâkul bir yön var mı? Sektörün dışa bakan yüzündeki lekeler, işlerini iyi yapan ve düzgün çalışan bankaları da töhmet altında bırakıyor. Bu sebeple, çürük elmaların ayıklanması yanında süreci çürüten yanlışlıkların düzeltilmesi sektörün de yararına. Ayrıca, mevduat sahiplerinin tasarruflarını değerlendirdikleri bankalarda yaşanan olumsuzluklardan doğrudan etkilendikleri düşünülürse, mağdurların haklarını korumak da devlete düşüyor... Peki de, devlet ne yapsın? Devlet, bugüne kadar hep bölük pörçük işler yapmayı yeğledi. Şimdi de tasarruflara verilen devlet desteğini kaldırmak gibi gecikmiş uygulamalar ön plana çıkıyor. Oysa, çok daha kapsamlı, hem sistemi doğru zemine oturtacak, hem de kötülerle iyiler arasına mesafe koyarak caydırıcılığı olacak düzenlemelere gitmesi gerekir. Bu arada, yanlış yapanların yaptıklarını yanına bırakmamak da devletin görevidir. İlk iş, yakın dönemlerde batan bankaların bu hale düşmelerinde pasif kalarak rol oynayan devlet görevlilerini araştırmak olmalı. Sıkı denetim mekanizmasına rağmen nasıl battı bankalar? İmar Bankası'nda tespit edilen çift hesap uygulaması, karşılıksız tahvil pazarlanması nasıl mümkün olabildi? Bu soruların cevabını vermek siyasi iktidarın görevidir. Mevzuattaki boşlukları doldurmak, caydırıcılığı artıracak biçimde mevzuatı takviye etmek de öyle. Elini güçlendirerek yargının yolsuzluklara geçit vermeyecek hale getirilmesi de şarttır. Hükümet tespitte bulunmak, eleştirmek, yargılamak yerine, yanlışları ortadan kaldırıp suçluları cezalandırma yolunda adımlar atmalıdır. Yeni Meclis'in ilk ele alması gereken konuların başında bankacılık sektörü geliyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |