|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
3 Kasım tarihinden bu yana 10 ay geçti. Ama, Türkiye'nin girdiği ruh haline, toplumun, basının, yazarların, aydınların aldıklara tavırlara bakıldığında bu süre zarfında olup biteni değil 10 ay, 10 yıla bile sığdırmak zordur. Güçler dengesinin değişmesi, siyaset alanını darlaştıran psikolojik blokajların bir çırpıda ortadan kalkması, siyasetin yeniden güçlü bir meşruiyet bulması, şahinlerin suskunluğa ve geri adımlara itilmesi, daha dün eşleri tesettürlü diye bazı insanların devlet memurluğundan uzaklaştırıldığı bir ülkede, aynı özelliklere sahip başka insanların ülkeyi yönetme noktasına gelmeleri, başka bir deyişle laikliğin kimlikte değil, ilkede ve idarede esas olduğu fikrinin ona karşı çıkanlara rağmen hayata geçmesi, laikliğin, agresif laiklik anlayışının delinerek güçlenmesi... Tüm bunlar önemli olmanın da ötesinde çarpıcı gelişmelerdir. Bunları sağlayan, zamanı hızlandıran ve değiştiren güç tek kelimeyle "toplumun gücü" olmuştur. Dış dinamiklerin onlarca yıl sistemi aralıksız bombardımana tutsalar bile üretmeyeceklerini üretmiştir iç dinamikler. Onları tehlikeli ilan eden bir merkeziyetçi ideolojiyi de, onu anlamsız bulan İttihatçı liberal mantığı da bir kez daha açığa düşmüştür. Toplum-demokrasi, siyaset ve değişim aralarındaki bağlar tekrar ortaya çıkmıştır. Toplumun getirdiği bu değişimin adını tam koymak gerekirse, bu, çoğunlukla dışlanan, horlanan, taşralı, metropollerin orta ve alt-orta ve gecekondu mahallelerinden oluşan bir "toplumsal çevrenin toplumsal merkeze sızması ve siyaseti yönlendirmesi, siyasi merkeze ağırlığını koyması"dır. Bu öyle bir ağırlık koyuştur ki, bugün iktisadi, toplumsal ve medyatik merkezler dahi bu değişime boyun eğmekte, hatta şapka çıkarmaktadır. Bu gelişmede elbette AKP'nin akılcı, yumuşak ve krizleri dindiren tavrının önemi büyük. Ancak şunu da görmek gerekir ki, bu tavır bir "stratejiler bütünü" olmaktan çok, "kendiliğinden bir gelişmeye işaret ediyor" ya da AKP'nin mevcut durumunu, geldiği noktayı yansıtıyor. Başka deyişle bildik merkezlerin şapka çıkarmasının anlamı; rasyonel ekonomi yönetimiyle, AB Eylem Planı'yla ve demokratikleşme paketleriyle iyi hazırlanılmış, sindirilmiş bir siyasi duruşun, partinin içinde ve çevresinde oluşan kollektif bir aklın ve eylemin, değişimi her şeyden önce kendi içinde üretmeye çabalayan siyasi bir kimliğin sonunda farkedilmesidir, dahası görülmek zorunda kalmasıdır. Bu doğaldır; zira "1980'li yılların sonunda toplumda başlayan bir değişim dalgası, onu temsil eden siyasi hareketleri de etkileyerek, içinden değiştirerek 2000'li yıllarında başında siyasi olarak hayata geçme ve temsil etme aşamasına gelmiştir." Kimilerinin yıllardır reddettikleri, hatta hastalıklı, tehlikeli ilan ederek mücadele ettikleri ve dolayısıyla zorlaştırdıkları bu değişim dalgasını bugün sevecenlikle, doğallıkla karşılamaları nedeni ne olursa olsun mutluluk vericidir. Ama şunu unutmamak gerek: Bu değişim dalgasının bir toplumsal talep dalgasıyla iç içe geçtiği ve yıllar önce, belki de RP iktidarıyla başladığı ortadadır. Bu iktidar deneyimi, İslami duyarlılığı yüksek kesimlerin ve kadroların Türkiye siyasetiyle tanışmasına yol açtığı oranda kendi içinde yeni sorular ve sorunlarla bir dinamizm kazanmasını ifade etmiştir. Aynı şekilde bu deneyim değişen bir toplumsal yapı, toplumsal tabakalaşma, toplumsal talepler karşısında İslami ve muhafazakar kesimin kendi içinde yaşadığı heterojenleşmeyi, kimlikleştiği oranda bu kimlik içinde bireyleşmesini getirmiştir. Bugün yaşanan tam olarak buna işaret ediyor. Daha da öte toplumsal çevre ve merkez arasında, çevrenin gücü ve baskısıyla yeni köprünün inşa edilmeye başladığını, yerel taleplerle evrensel değerlerin kesiştiğini, ileriye dönük olarak yerel değer-evrensel değer sentezi ihtimalinin belirdiğini gösteriyor. Siyasetin hayhuyu içinde, sıcak tartışmalar gölgesinde, bu gerçek gözden kaçmamalı ve ana muhalefet partilerince, sivil örgütlerle derinleştirilmelidir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |