|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bir Pazar akşamı... Hava sıcak, nemli.. Kan , ter içinde, derler ya, öyle bir ortamda, eve yorgun kalbimle vücudumu atıyorum. Bütün gün yoruldum, elli-atmış kadar çam ağacı ile, on kadar kavak ile bir o kadar da mevya ağacını sulayıp, kurumaktan kurtarmak için dolaşıp durdum, yürüdüm... Akşamki maçların sonuçlarına ulaşmadan bir halsizlik, bir göğüs sıkışması ile divana yığılıp kalıyoruz. Acilen hastaneye... Kapıdan dönüyoruz. Sıkışma hafifledi. Bir tatil akşamında hastanelerin acil kısımlarında perişan olmaktansa, ertesi günü beklemek en iyisi... Ertesi günü, Şenel Bey'in yanına... "Zirve"ye doğru tırmanıyoruz. Akdeniz Caddesi'ni çıkıyoruz. Filimler, tahliller, efor testi. Derken, "acilen" anjiyo kararı... Eğer yürümesek, ve eğer "kamusal dertler"in içine girmemiş olsaydık.. İşte ani bir krizle, bir sokak ortasında, mechul bir zamanda, yığılıp kalacaktık, demek ki... "Sana mi düştü bu yük" dercesine, ağaç kesilmiş, çeşme mezbelelik olmuş, cami yeri meyhane olmuş ne umurunda.... "Ne oldu sana, ne oldu böyle", dercesine... Zabıta arazi olmuş, yollar işgal edilmiş, sular akmıyor veya elektrik direklerinden kaçak kullanım yöntemlerine işlerlik kazandırılıyor... Başını kaldırıp bakmaya gerek yok... Eğil, sürün, veya makam aracından inme... Sana "nasılsın başkanım" sözlerine aldanıp, kendini bir şey zannederek, tanıdığın meşhurların dostluğunu ranta dönüştürmek için merasim ve açılışlarda boy göster... Yeni siyasî atraksiyonlar için, yeni kartvizitler bastır. Bak o zaman, damarların tıkanır mı, veya kalbe giden yollara herhangi bir mani ariz olur mu? Yaptık... Yürüdük, yokuş çıktık... Amma sonunda, emeklilik sigorta karnesi bir işe yaradı. "Memorial Hospital"de bir Perşembe sabahı gidip yattık. Akşamı "anjiyo" olduk. İş bitmedi. Kalbe giden damar, yüzde 90 tıkalı... Açılması gerek. Hastaneden çıkacak, tekrar yazışma ve tekrar gelip yatacaksın... SSK İl Sağlık Müdürü Op.Dr.Akif Feyizoğlu geliyor: Ya bu akşam l9.00'da veya on gün sonra... Ne dersin, diyor. -Hemen, bu akşam!.. Hastanenin onuncu katından Fetih'i seyretmek zevkli, ama bir an önce "Kroner Anjiyoplasti" olup, evde istirahat daha zevkli, diyerek, Prof.Dr.Servet Öztürk ile ekibinin himmetiyle, bir saatte, odamıza çıkıyoruz. Dört-beş kiloluk kum torbasının altında, sabahlıyoruz. Hele, dünya ve ahiret kardeşim, ve diğer dostların telefonları kadar, sesleri beni mesrur ve mebrur etti. Böylece, "kalbten kalbe giden yollar"ın tıkanmasına sebeb olan arızaları ortadan kaldırdık ve "şehidin kanı ile alimin mürekkebi arasında" gidip gelen bir hayatın içinde, mukadder olan ömrün idraki ile bir şeyler yapmaya çalışacağız.... Ve yine, eskisi gibi yürümeye devam edeceğiz. Her ne kadar, bir kısım dostlarımızın açtıkları çukurlarda biriken çamurların araçlarından üzerimize sıçraması vuku bulsa da, yine yürüyeceğiz. Çünkü, bize çocukluğumuzda öğrettikleri "Gençlik Marşı"nı biz, yöremize şöyle adapte etmiştik: "Ağaçbaşını duman almış,
Evet, atmış yıldır, yürüyoruz. Biz, Holo'da, Parma yaylasında yürürken, merhum Adnan Kahveci , merhum Recep Yazıcıoğlu da Manaho Deresinin kenarında, alabalık tutmak için taştan taşa atlıyor, Holo-Mezire'nin patika yollarında yürüyor, derse yetişmek için de koşuyordu. Amma, hâlâ o yollar patika, hâlâ Beşköy'e giden araçlar çukurlardan kurtulup, salimen "Yılmazlar" Köyü'ne ulaştırma imkanına kavuşmuş değiller. Amma, o toprakların yetiştirdiği bir Kahveci için ağıtlar yakılmıştı. Bir Yazıcıoğlu için de, neler söylenmedi, neler... Bir Allah'ın kulu çıkıp da, o sarp yokuşları tırmanan ve sırtında keçe ile koyunların peşinde koşanların çocuklarına, Kahveci ve Yazıcıoğlu'na hürmeten yol ve okul yapmayı akıl erdiremedi... Buna rağmen, biz yine yürümeye devam edelim. Çünkü, güneş ufuktan "şimdi" doğdu. Yalnız, hep beraber yürüyelim. Dertleri paylaşalım. Benim, "Mizan"ım, bu kadar yükü taşıyamaz ki... Nerde kaldı tartması...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |