AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Bu ne yaman çelişki anne

17 Eylül 1961. Bu tarihi kimse unutmamalı. Bu tarih, bu ülkenin geçmişinde işlenen siyasi cinayetlerden birini hatırlatıyor; Adnan Menderes ve arkadaşlarının öldürülmelerini...

Çalışma odamın penceresinden Marmara adaları görünüyor. Bunlar arasında geri planda görünen Yassıada'ya gözüm ne zaman takılsa, aklıma bu ülkenin tarihinde kara bir leke olan siyasi cinayetler geliyor.

Bugün günlerden 18 Şubat Perşembe. Masamın üzerinde irili ufaklı günlük gazeteler var. Birçoğu dün yapılan Menderes, Zorlu ve Polatkan'ı anma merasimlerine yer vermiş. Haberde fotoğraf da kullanılmış.

Fotoğrafta bir politikacı gözüme çarpıyor. İlk bakışta tanıyorum onu. Üstelik bu kez kara gözlükleri de yok. Merhum Menderes ve arkadaşlarının mezarı başındayken görüntülenmiş. Adı Susurlukçular'la özdeşleşmiş bir politikacı bu. Yani siyasi cinayetlerle. Üstelik derin odaklar tarafından desteklendiği de biliniyor. Son 'zaferi' bunun göstergelerinden sadece biri.

Eyvah, diyorum kendi kendime.

Eyvah ki ne eyvah! Merhumların ruhlarını muazzep etmenin bundan daha iyi yolu olamaz. Bir an, katili maktulün mezarı başında görmüş hissine kapılıyorum. Ne bileyim, sanki Hüseyin Avni Paşa'yı Sultan Abdülaziz'in mezarı başında görmüş gibi... Sanki İstiklal Mahkemesi cellatlarından Kel Ali'yi ya da Kılıç Ali'yi İskilipli Atıf Hoca'nın mezarı başında görmüş gibi...

Kan tutar, derler. Sakın kan tutmuş olmasın, diyorum kendi kendime. Tamam, bir parça abartılı bir ruh hali, anlıyorum. Fakat, gördüğüm manzara da öyle normal sayılıp es geçilecek gibi değil. En azından, benim açımdan değil. Fikri tutarlılık, zihniyet ayrımı, siyasal çizgi, politik duruş vb. gibi kavramlar tümden değerlerini yitirmediyse, hassasiyetimin haklılığı teslim edilmeli.

Öyle ya, Menderes ve arkadaşları adi bir cinayetin kurbanı değiller.

Onlar, siyasal bir cinayetin kurbanları.

Siyasal cinayetleri, namus ve kan davası türü cinayetlerden ayıran şey nedir?

Elbette siyasal tercihler ve temsil edilen dava. Menderes ve arkadaşları devletçi çizgiyi temsil etmiyorlardı, bu kesin. Aksine milletçi çizgiyi temsil ediyorlardı. Buna hayır diyecek bir kişi çıkacağını sanmıyorum.

İkinci Meşrutiyet'ten beri gelen İttihatçı çizginin dışında yer aldılar. Sivil bir siyaset geliştirdiler. Onlarınki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın yapmak isteyip de yapamadığı şeydi. İttihatçı çizgiyle ters düştüler. Milleti mahkum eden devlet anlayışı yerine milleti hakim bilen devlet anlayışını benimsediler. Ve bu yüzden asıldılar.

Onlar çok ağır bir cürüm işlemişlerdi: Millete kendi gücünü göstermek. Vay sen misin bunu yapan? Biz milleti döve döve dayağa tam da alıştırmışken, sen nasıl olur da milletin burnunu yerden kaldırırsın. Al sana 27 Mayıs 1960...

İşte bugün Susurlukçu politikacıyı Menderes'in kabri başında görünce yadırgamam bundan. Bu politikacı devletçi mi devletçi. Şimdiye kadar ne olduysa devlet adına oldu, ne yaptıysa devlet adına yaptı. Onu hep devlet adına işlenen cinayetleri, atılan dayakları, yapılan işkenceleri savunurken gördük. Bundan böyle de olacağı o.

Peki böyle biri Menderes ve arkadaşlarının kabrinde ne gezer? Bu normal bir şey mi? Necip Fazıl'ın dediği gibi, "Baba katiliyle baban bir safta" durumları yani. Oğul Menderes eğer bu durumu içine sindiriyorsa, babasının ruhunun incitilmesine göz yumuyor demektir. Böylesi bir manzara karşısında -Ahmet Kaya'nın izniyle- söylenecek tek şey var:

"Bu ne yaman çelişki anne!"

Öyle yaman bir çelişki ki, sadece bir kesime değil her kesime musallat olmuş. Çıkarların çakıştığı yerde davaların ve fikirlerin çatışması sorun olmaktan çıkıyor. Peki, tersi sorun teşkil ediyor mudur dersiniz? Yani, çıkarların çatıştığı yerde, davaların ve fikirlerin çakışması bir sorun teşkil ediyor mu?

Yoksa davalar, hevalar ve hevesler haline mi geldi? İnancın, düşüncenin, duruşun hiç mi şahsiyeti ve kıymeti kalmadı? Çizgiler hepten mi karıştı? Türkçe'nin o güzel deyiminde olduğu gibi, "at izi it izine karıştı" da, bu kadar mı karıştı?

O halde sormak hakkımız değil mi: Ölenler bir hiç uğruna mı öldüler? Tamam onları öldürenler "bebek davası", "köpek davası" vesaire gibi komik gerekçelerin ardına sığındılar. Fakat yine de her sorulduğunda işledikleri cinayetleri savunma tutarlılığını (!) gösterdiler.

Öldürenin tutarlılığının binde birini, öldürülenin yanındakilerden beklemek hakkımız değil mi? Milletin gönlünde taht kurmuş bu aziz insanların çizgisini bu kadar bulandırmaya kimin hakkı var?

Bu millet onların ölenlerine şehit, kalanlarına gazi muamelesi yaptı.

Bunca zaman sonra birileri çıkıp da, onlara "niyazi" muamelesi yapılmasını istiyor olmasınlar sakın?.


19 Eylül 2003
Cuma
 
SAMİ HOCAOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED