|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Nuri Bilge Ceylan'ın, ilgili ilgisiz artık herkesin üzerinde kalem oynattığı ödüllü filmi "Uzak"ı, ilk gösterime girdiği günlerde, 25 koltuklu bir cep sinemasında izlemiştim. Salonun üçte ikisi boştu. Zaten film de topu topu 12-13 bin kişiye ulaşmıştı. Olsundu... Bu işler dünyanın her yerinde böyleydi. Kieslowski'yi ülkesinde kaç kişi izlemiş, ünlü "renk üçlemesi" kaç paralık hasılat yapmıştı ki? Ama "Uzak", Cannes'da ikinci büyük ödül sayılan "Jüri Özel Ödülü"nü aldı. Filmin başrol oyurcuları Muzaffer Özdemir ve Mehmet Ali Toprak da En İyi Erkek Oyuncu dalında "Altın Palmiye" kazandı. Eh, macera da bundan sonra başladı. Önce yerli kalemlerden (ki, çoğunluğu ne Nuri Bilge Ceylan'dan haberdardır, ne de onun "sinema çabasını" izlemiştir) "Uzak" filmine övgüler... Övgülerin mihverinde tabii "ulusal kıvanç" ve Batı'yı sinema alanında dize getirmiş olmanın verdiği "şımarık duygular" hemen kendini ele veriyordu. Öyle ya, Sertab Erener Eurovision'da yüzümüzü ağartmıştı, Nihat Kahveci İspanya'da gollerini sıralamaya devam ediyordu ve muhtemelen takımını şampiyonluğa taşıyacaktı, Süreyya Ayhan geçilmezliğini koruyordu, Millî Futbol Takımımız Japonya'da dünya üçüncüsü olmuştu, Emre Belözoğlu Avrupa'nın en pahalı futbolcuları arasındaydı; Koca Yusuf da vaktiyle her önüne geleni deviriyordu, Yaşar Doğu hâlâ sikletinin en iyisiydi, sonra galiba Macaristan'ı 3-1 yenmiştik... Bu yıl da Nuri Bilge Ceylan'ın başarısıyla övündük. Kimdi Nuri Bilge Ceylan? Önce kısa metrajlı "Koza"yı çekti. Sonra Tarkovski tadında (kıvamında) "Kasaba"yı... Ardından "Mayıs Sıkıntısı"nı... Sonra da "Uzak..." "Mayıs Sıkıntısı" 1999 yılında Sinema Yazarları Derneği'nin En İyi Film ve En İyi Yönetmen Ödülü'nü, Antalya Altın Portakal Yarışması'nda da En İyi Laboratuvar ve En İyi İkinci Film ödüllerini aldı. Filmin tüm oyuncuları "Jüri Özel Ödülü"ne layık görüldü. O tarihlerde ünlü bir köşe yazarımız, ödüllerle ve "ödül gecesi"yle ilgili olarak şunları yazmıştı (Yeni Harman'a teşekkürler): "Televizyonda ödül törenini izlerken çok üzüldüm. Her şeyden önce o sahnede muazzam bir ikiyüzlülük gördüm. Sanatçı beyefendi ödül kazanmış, sahneye davet ediliyor. Sanki büyük bir favör yaparmış havasında sahneye geliyor. Verilen ödül sanki bir angarya. Yüzünde ilgisiz bir ifade, lütfen iki kelime ediyor. Ağzında yapış yapış bir ciklet. Üzerinde rengi kaçmış bir tjşört, haftalardır yıkanmamış bir blucin, biraz daha insaflısı ütüsüz bir gömlek ve ondan ütüsüz bir pantolon. Kimi sakal bırakmış. Hadi ona sözüm yok. Ama kimisi de sırf bunun için, bize inat üç günden beri tıraş olmamış. Ödülü yan cebine koymuş, pejmürdeliğin sınırında volta atıyor. Oysa Cüneyt Arkın, Ekrem Bora, Hülya Koçyiğit gibi sanatçılar her zamanki gibi düzgün kıyafetli ve saygılı davranış içindeydiler." Kim mi bu köşe yazarı? Kim olacak, elbette Ertuğrul Özkök. Fırça attığı sanatçılar da Zeki Demirkubuz'la Nuri Bilge Ceylan... Önceki gece, televizyonda, "Uzak" filminin Cannes serüvenini izlerken aklıma düştü. Nuri Bilge Ceylan yine "pejmürde" bir görüntü içindeydi. Kravat takmamıştı ve yaka-bağır açıktı. Üstelik, Ertuğrul Özkök gibilere inat, suratında üç günlük sakal vardı. Sahneye çıktı ve ödülünü aldı. Kimse de kılığıyla kıyafetiyle ilgilenmedi. Saygısız bir davranış içinde değildi, hayır... Olabildiğince saygılı ve mesafeliydi. Sadece, "terakkinizin bir parçası değilim" diyordu ve sisteme, kurulu düzene, "cast"lara ne kadar uzak olduğunu anlatıyordu. Mezkur "ilerleme"nin insanlığın yararına olmadığını görüyordu çünkü. Ama bunu "ulusal kıvanç fırsatçıları" göremez. Hele, kılık-kıyafetle "yüksek insanlık değerleri" arasında irtibat tesis eden yazarlar hiç göremez...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |