|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bana 'okur' yazdırır
Yazdığı hikaye, roman ve makaleleriyle geniş bir okur kitlesine ulaşan Afet Ilgaz, denemelerini Birey Yayınları'ndan çıkan 'İkindi Güneşi'nde topladı. Kitabını "Bunlar benim hülyalarım, sevgim, inancım, ızdırabım, birikimim, hatıralarım ama özellikle hikayelerim ve yazmadığım şiirlerim" diye tanımlıyor ve yazılarını kendisine içindeki 'okur'un yazdırdığını söylüyor.
'Kuzu' başlıklı yazınızda kendinizi bazı güç odaklarının 'tanımlamada' güçlük çekeceği biri olarak nitelemişsiniz. Yazık ki Türkiye'de aynı tanımsızlığı yaşayan birçok insan var. Küreselleşen dünyada kendi seçiminizle yaptığınız bu tanımsızlığı yaşamak zor olmuyor mu? Pek zor olmuyor. Üniversite yıllarını, resmi çalışmaları geride bıraktığım için herhalde. Arada bir üzüldüğüm oluyor tabii. Cerrahpaşa'da verilen, her yıl gittiğim, hatta hakkında yazılar yazdığım bir Klasik Türk Müziği Konseri'ne alınmamak gibi mesela. "Kuzu" hikayesinde evinin arka tarafındaki otlukta kuzu otlatan bir yazar hanımdan bahsetmiştim. Tanımlaması çok güç bir portreydim gerçekten de orada. Anadolu kadını kıyafetinde başı örtülü, kuzu otlatan bir yazar. Üstelik Latince, Grekçe, felsefe, edebiyat ödülü almış, otuza yakın kitabı ve üç edebiyat ödülü var. Üniversitede hocalık yapmış, Belediye Meclisi'nde de garip bir üyeliği var, filan.. Klasik Batı Müziği, keman tahsil etmiş, Klasik Türk ve Batı müziği konserlerinden vaktiyle çıkmayan; okuma eğitimine Emile Zola ve Dostoyevski ile başlamış. Montherland Colette gibi genç kuşakların hiç tanımadığı Fransız yazarlarına bir zamanlar hayran olmuş, Hâlâ Tolstoy'a hayran kuzu otlatan bir teyze. Biraz bunu yaşamak zor oluyor tabii. Sizi tanımayanlar tarafından herhangi bir teyze muamelesi görmek biraz irkiltiyor ama çok da önemli gelmiyor bana bunlar. O yazıda bunları "ironi" olsun diye yazmıştım yoksa ben hayatımdan ve hayatımın her türlü ayrıntısından memnunum. İçinizdeki çocuğu yazılarınızda görmek mümkün. Ruhunuzdaki dinamik yapının kaynağı nedir? Bu, yaradılış olsa gerek. Biraz da yalnız geçmiş bir çocukluktan mı kaynaklanıyor acaba? Benim kardeşim yoktu. Hep kendi kendime ve içimden konuşurdum. Kimbilir, insan böyle de mi derinleşiyor, nedir. Bir de ve buna bağlı olarak çok erken yaşta, çok iyi ve çok sayıda kitap okumaya başladım, belki ondandır. Okuyucu yazılarınızda kolaylıkla kendini bulup dost olabiliyor. Bu yakınlığın sırrı nedir sizce? Benim içimde ayrıca bir "okur" var. Ben iyi bir yazar olduğumla değil ama iyi bir okur olduğumla övünürüm. Yazılarımı da içimdeki okurla sohbet halindeymişim gibi yazarım. Sorular, cevaplar, hayretler, şaşkınlıklar, sevinçler, acılar... Yani, nerdeyse bana yazılarımı, içimdeki "okur" yazdırır diyeceğim. 'VAKİT ARTIK BANA İKİNDİ' Kitabınızda yazılarınızda ağırlıkla itiraz eden bir Afet Ilgaz portresi var. Bu sizce de doğru mu? Evet, her şeye itiraz ediyorum. Çünkü doğru olan çok az şey görüyorum. Bunu da övünmek için söylemiyorum. Bu hasleti kazanabilmek için çok okudum, çok yazdım, çok göz nuru döktüm, çok dirsek çürüttüm. Bunu hak ettim herhalde. 1954'ten beri yazıyor ve okuyorum. Ayrıca Amenerrasulü'de vaat edildiği gibi çekebileceğim kadar acılarla yüz yüze geldim. Kitabımın adında olduğu gibi başka bir açıdan bakarsanız, vaktim ikindi vaktidir. Yani zeval vakti. Veya ona yakın. Çok şükür Allah'a, bu yıllar boşa geçen yıllar olmadı. Kimsenin ki de boşa geçmemiştir. Kendine göre ya, işte benimki de boşa geçmiş sayılmaz. NECATİ TEPE
|
|
|
|
|
|
|
|