AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Şahane prangalarımız vardı

Hitler zamanında "Heil Hitler" çağrısı yüzbinlerce insanı sağ elleri havada selama durdurduğunda kimbilir kimler nasıl destanlar yazmışlardı. Hitler'in kudreti üzerine, Alman milliyetçiliğinin oluşturduğu coşku üzerine... Hiç şüphesiz onların toplama kamplarının da, üstün ırk uygulamalarının da kendilerine göre çok haklı mantığı vardı.

Ama sonra utandı Alman toplumu... O dönemler hatırlatıldığında - ki hep hatırlatıldı- hep utandılar... "Nasıl oldu, nasıl göz yumduk bizim adamıza işlenen cinayetlere?" duygusunu - sorgusunu yaşadılar.

Fir'avn Mısır kralı idi. Kur'an'ın bildirdiğine göre "Ben sizin en yüce Rabbinizim" diyecek kadar da güçlü hissediyordu kendisini. Hatta gene Kur'dan öğrendiğimize göre, bir grup sihirbaz Fir'avn'ın emrine muhalif olarak Hazreti Musa'nın tebliği ettiği dine inanınca çok öfkelenmiş, "Bana sormadan inanç değiştirirsiniz ha. Sizin önce ellerinizden ve ayaklarınızdan çaprazlama kestirip, sonra da astıracağım." demişti. Kimbilir o dönemde Fir'avn'ın ne kadar hınk deyicisi vardı. Ama bakınız, asırlardır bu insanlık onurunu ayaklar altına alan hüviyeti ile anılıyor ve zulmün sembolü olarak adı geçiyor.

Sovyetler adına, Stalin döneminden bahsedilirken "Bizim aydınların ömrünü tükettiğimiz Gulaglarımız vardı" gibi bir övünç serenadı duyulmuyor. Ya da Stalin döneminin sadist uygulamalarından ancak hasta ruhlu yeni Stalinciler övgü ile söz ediyor, onlara da ancak buruk tebessümlerle bakılıyor.

Baskı dönemleri her ülkede utanç dönemleri olmuş ve sonradan gelenler, ülke tarihlerinin o dönemini utunmak, unutturmak istemişler, en azından insanların içine sinecek izahlar bulmaya çalışmışlardır.

Yüzü kızarmadan "Menderes'i ve iki arkadaşını astık ve iyi ettik" diyen birilerine rastlamak kolay mı?

"Öyle zamanlar oldu ki insanlara dışkı yedirdik" diye övünen "insan" da bulmak zordur.

Bakınız "hortumlar" konuşuluyor.

Hiç kimse çıkıp da "Karadeniz'in altından Moskova'ya kadar uzanan hortumlar döşedik" diye yiğitlik taslıyor mu? Bunu yapamaz, çünkü bu yiğitlik değil. Bunun gibi devletin bir ihalesini normal fiyatının on misli yükseğine verdik, SSK'da insanları kobay olarak kullandık, soğuk algınlığına kanser ilacı yazdık diye de övünene rastlayamazsınız. Bunları yapanların hepsinin yüreği sancılıdır. "Acaba bir gün farkedilir mi?" korkusunu taşırlar... "Ah bir mürur-u zaman olsa" diye yanar tutuşurlar. Yüreklerindeki utanç yüzlerine yansımasa da içten içe bir perişanlığı yaşarlar.

Gelelim prangalara...

Siz hiç "Bizim şahane prangalarımız vardı, bizim her bileğe uygun kelepçelerimiz vardı" diye çığlık atan ülke yöneticisi gördünüz mü?

Hiç şüphe etmemek gerekir ki, bir zamanlar sırf kılık - kıyafetleri belirli şablonlara uymuyor diye üniversite kapılarında okula almamak için öğrencileri coplayanlar - coplatanlar da bir gün, -belki de o gün gelmektedir- o manzaraları asla hatırlamak istemeyeceklerdir... Hatırlarına geldiğinde yüreklerinden bir alevin yüzlerine vurduğunu hissedeceklerdir...

"Bizim şahane ikna odalarımız vardı...

"Bizim uygulamalarımız sebebiyle binlerce kız öğrenci ülkelerini terkedip başka ülkelerde okumak zorunda kaldı.

"Biz bu ülkede peruklu demokrasi dönemini başlattık. Başörtüsü üstü peruk, başörtüsüz peruk, peruk, peruk... Öyle zamanlar oldu ki, görevlilerimiz kapılarda peruk mu saç mı kontrolü yaptılar...

"Biz, müthiş insanlarız. Tüneller açtık bir gün, yarısı özgürlüğe yarısı yüreklere prangaya açılan... Kız öğrenciler bir yerden örtülü girip diğer yandan başörtüsüz çıktılar, bir başka vakit de bir yerden örtüsüz girip, bir yerden başörtülü çıktılar.

"Kulübeler kondu, bizim üniversetilerimizin giriş kapılarının yanına... Aynı başörtülü - başörtüsüz seremoniler orada da yaşandı. Bir lütuf gibiydi kulübe. Öyle ki genç kızlardan kimisi yaşadığı başörtüsü boğulmasını unutup, kulübe boğulmasına takılmak zorunda kalıp, "keşke kulübe biraz daha büyük olsaydı, nefes almakta güçlük çekiyoruz" dediler. Öyle bir düzen kurmuştuk ki, insanlar kuşatmayı içselleştirmiş, detaylarda özgürlük aramaya başlamışlardı.

"Bizim oluşturduğumuz kuşatma, Meclis Başkanı, Başbakan, Bakan ve Milletvekili eşlerini bile kılık - kıyafet bunaltısına itmişti.

"Son sınıflardan öğrenci attık biz, sırf kılık kıyafeti la yüs'el kurallarımıza aykırı düştüğü için...

"Biz öğrenciler yargıladık, aydınlar yargıladık sıra sıra...

Ne dersiniz, bunlar övünç vesilesi olarak mı algılanıyor bugün, yarın nasıl algılanacak?

Son "tünel" ve "kulübe" haberlerinde bir ölçüde utanan ve utandıran bir üslup sezilmiyor mu? "Tünel" ve "kulübe" haberleri geçmiş zamanın "hortum" haberleri ile buluşup, birilerinin yüreğine ve yüzüne yansımıyor mu?

Yüreklerinde utanç yükünü taşıyanlar çoğalmış hissedilmiyor mu etrafa baktığınızda?

Bir gün gelecek, "Heil Hitler"den büyük coşku çıkaranlar gibi, brifinglerden, andıçlardan siyasal yargı gibi, medya kıyımı gibi, bürokratik tasfiye gibi, yeşil kebapçılardan kara listeler oluşturmak gibi büyük vazife çıkaranlar da, geçmişte yazdıklarından ve yaptıklarından utanacaklar.

Prangalı yönetimler hiç kimseye övünç kazandırmıyor.

Tarihler olayın yaşandığı zaman üzerinden 50 yıl geçmeden yazılmıyor. Bazan 50 yılın bile yetmediği oluyor. Ama eninde sonunda tarih yazılıyor ve gerçekler gün yüzüne çıkıyor.

Onun için ne hortumlara bulaşmalı, ne prangalı yönetimlere... Çünkü onların işi her zaman çok zor olacak... "Yanımıza kâr kalır" düşüncesi hiç kimse için geçerli değil.


9 Haziran 2003
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED