|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünyada, tarih şuuru, kültürel aidiyet duygusu bizim kadar tarumâr ve delik deşik edilmiş bir başka toplum gösterebilmek gerçekten çok zordur. Bırakınız toplumu, bu ülkenin sözümona "aydınları" bile hâlâ kim olduklarının da idrakinde değiller; ve bu ülkenin en temel problematiğinin ne olduğunu kavrayabilecek bir özgüvenden de, ufuk ve zihin açıklığından da ne yazık ki yoksunlar! Soluk alıp verdiği ülkenin kimliğinin, kültürel ve tarihsel derinliğinin ve zenginliğinin farkında olmayan, en temel, en hayatî sorunlarını kavrayamayan tuhaf bir "aydınlar" sınıfının varolduğu böylesi bir ülkenin geleceğe güvenle bakabilmesini ve yürüyebilmesini bekleyebilmek elbette ki hiç de kolay olmasa gerektir. Ancak Allah'a çok şükür ki, bu ülkede "aydın" denilince artık Batı'da üretilen her şeyi körü körüne burada berbat bir şekilde yeniden-üretmeye kalkışarak bize satmaya kalkışan, entelektüel ufukları, analitik ve eleştirel melekeleri tarumâr olmuş seküler hilkat garibeleri akla gelmiyor yalnızca. Artık yaklaşık son 10-20 yıl içinde bu ülkede hem ülkemizin, hem İslâm dünyasının, hem de dünyanın sorunlarını kapsamlı ve kuşatıcı şekillerde kavrayarak anlamlandırabilen, zihin ve ufuk çizgisi insanlığın kadîm medeniyetlerine ve tecrübelerine kadar uzanabilen yeni bir düşünür tipi oluşmaya başladı. Yeni düşünür tipinin entelektüel ilgi, faaliyet ve hareket alanı, bu genç düşünürlerin tarih biliminden ve tarih fesefesinden çağdaş sosyal teoriye, psikanalizden ilâhiyâta kadar birbirinden farklı akademik disiplinler-arasında yaratıcı yolculuklar, keşifler ve "fetih"ler yapmalarını mümkün kılabilecek kadar geniş, kapsayıcı ve bütüncül. Unutmayın: Türkiye'de ilk kez böyle bir şey oluyor... Yeni düşünür tipi bu öncü kuşakların hem ülkemizin, hem İslâm dünyasının, hem de dünyanın en temel ve yakıcı sorunlarına dâir sordukları sorular ve bu soruların cevaplarını araştırırken vardıkları sonuçlar, bizim geleceğimizi kendi ellerimize alabilmemizi ve tabii ki geleneğimizi bizimle çağdaş kılabilmemizi imkân dahiline girdirecek kadar ufuk ve umut vadedici sorular ve sonuçlar. Meselâ bugüne kadar Osmanlı medeniyet tecrübesi konusunda da, Cumhuriyet deneyimi konusunda da hep tabansız, köksüz, tutarsız, sığ ve yüzeysel sorular soruldu ve son derece baştan çıkarıcı ve ayartıcı düzmece "masallar" anlatılageldi bize. Cumartesi günü yeni düşünür tipinin, ıskalanan fakat birkaç yıl içinde yayımlayacağı eserlerle "ortalığı karıştıracak" en imajinatif ama mütevazi temsilcilerinden Erol Özvar bizim Medeniyet Tasavvuru Okulu (MTO)'nun Fatih ayağı'nda yaklaşık beş saat tarih felsefesi'nde bizi derinlikli ve keyifli bir yolculuğa çıkardı. (Bu arada yeri gelmişken yeni düşünür tipinin en yetenekli ve velûd temsilcilerinden Tahsin Görgün'ün Gelenek Yayınları'ndan ardarda kitaplarını yayımlamaya başladığını ve Görgün'ün çalışmalarının entelektüel hayatımıza yepyeni açılımlar getireceğini şimdiden haber vermek isterim). Erol Özvar, Cumartesi günü verdiği tarih felsefesi ziyafetinin son bölümünde sözü Osmanlı'ya getirdi ve Osmanlı tecrübesi gibi bir tecrübeyi üretmiş bir ülkenin çocuklarının / aydınlarının Osmanlı'yı anlama konusunda ne kadar acınası bir hâl-i pür melâl vaziyeti sergilediklerini çarpıcı sorularla ve gözlemlerle gözler önüne serdi: Özvar, "Osmanlı'yı nasıl anlamayız?" sorusunun hayatî bir soru olduğunu hatırlatarak Osmanlı'yı anlayamayışımızın en temel nedeninin bugüne kadar yapılagelen "doğuştan çöküşe kadar uzatılan" o sığ beş aşamalı dönemlendirme mantığında gizli olduğunun altını çizdi. Ayrıca Osmanlı'yı da, Cumhuriyet deneyimini de modernleşme / Batılılaşma paradigmaları ile açıklayamayacağımızı, Osmanlı'yı ancak Osmanlı'nın dünya tasavvurunu anlayarak anlamanın mümkün olabileceğini özellikle vurguladı. Ve Osmanlı arşivlerindeki belgelerden yola çıkarak padişahların "astığı astık, kestiği kestik" bir "despot tipi" olmadıklarına, onların sadece birer "memur" ve "kul" olduklarına, devlet idaresi dışındaki "sivil vatandaş"lara karşı "astığı estik, kestiği kestik" türünden şiddet ve terör muamelesi yapamayacaklarına ve yapmadıklarına dikkat çekti. Özvar, ayrıca, Osmanlı'nın anlaşılamaMasında oryantalistlerin İslâm medeniyet tecrübesini yazarken veya hikâye ederken Osmanlı'ya karşı bilinçli bir önyaryıyla yaklaşarak Osmanlı'yı ıskalamalarının da kilit rol oynadığını vurguladı. Bu arada Özvar'ın Osmanlı'nın nasıl anlaşılabileceğine ilişkin Dîvân dergisinin son sayılarında yayımlanan makalesini hatırlatmak ve MTO'da verdiği tarih felsefesi ziyafetinin notlarını, son aylarda medeniyet tasavvuru konusunda konferans verdiğim illerimizdeki arkadaşlara ve kurumlara internet üzerinden göndereceğimi de bildirmek isterim. Yazıyı bitirirken gerek ülkemizin, gerek İslâm dünyasının, gerekse dünyanın sorunlarının silbaştan yeniden tasvir ve tarif edilmesi ve anlamlandırılması konusunda yeni düşünür tipinin öncü temsilcilerinin ufuk ve zihin açıcı çıkışlarına hazırlıklı olun, derim. Not: Önümüzdeki yazılarda Osmanlı medeniyet tecrübesinin daha kapsamlı ve tutarlı şekillerde anlaşılması konusunda, özellikle fethin 550. yılı dolayısıyla yayımlanan Mustafa Armağan'ın Gelenek Yayınları'ndan çıkan kitabı ile yayın yönetmenliğini Akif Emre'nin yaptığı Küre Yayınları bünyesinde başlattığı Klasik'ten yayımladığı Fatih ve Fetih başlıklı önemli metni tartışacağımı da vurgulamak isterim. Ama önce geçen hafta başlattığım Fatih ve Necip Fazıl yazısını Çarşamba günkü yazıda devam ettireceğimi hatırlatmam gerekiyor. Bu arada Konya'da kaldığımız yerden devam ettiğimiz, Necla Koytak'ın 15 yıldır yılmadan ve özveriyle sürdürdüğü kadın eğitimi çalışma grubu ile yine 10 yıldır çalışmalarını özenle sürdüren hanım arkadaşların Hazar Grubu'nda İstanbul'da süren medeniyet tasavvuru yolculuklarımdaki izlenimlerimi gelecek haftadan itibaren sizlerle paylaşacağımı hatırlatmak istiyorum...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |