|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Müzmin bir dava
Avrupa Konseyi'nden gelen haberlere göre, Türkiye, Kıbrıs Rum vatandaşı Loizidu'ya tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Buna karşılık da, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Schwimmer bundan sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti mahkemelerine Kıbrıs Rumları tarafından açılmış ve açılacak davalara bakma yetkisini tanıyacağını kabul etmiş. Bu kararın Strasbourg'da şaşkınlık yarattığı söyleniyor. Oradaki şaşkınlığın nedenini bilmiyoruz amma, bizim de bu kararı şaşkınlıkla karşıladığımızı açıklamak istiyorum. Ben, 1969 yılından 2003 yılına kadar Avrupa Konseyi Hukuk Komisyonu üyeliğinde bulundum ve orada tartışılan konuların bizzat muhatabı oldum. Avrupa Konseyi Hukuk Komisyonu ile Türkiye arasındaki en önemli pürüz, Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamakta gecikmesi idi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından aleyhimize verilmiş kararlar arasında, Kuzey'den Güney'e geçmiş bir Rum kadın lehine verilmiş bir karar vardı. Bu kararın infazı adeta bir problem haline gelmişti. Davanın dayanağı
Bu davayı kısaca özetlemek gerekirse; Loizidu adlı bir Kıbrıs Rum vatandaşı Türkiye Cumhuriyeti aleyhine dava açmıştı ve tazminat istiyordu. İddiaya göre; "Türkiye, Kuzey Kıbrıs'ı işgal etmişti. Bu sebeple de davacının Kuzey Kıbrıs'taki malları elinden alınmıştı. Bunun bedelinin Türk Devleti tarafından tazmini gerekmekteydi." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi davacıyı haklı bulmuş ve Türkiye'yi tazminat ödemeye mahkum etmişti. Bu tazminatın Türkiye tarafından ödenmesi imkânsızdı. Çünkü kararın hukuki bir dayanağı yoktu. Kuzey Kıbrıs'ta malları bulunan birçok Rum dava açmıştı. Türkiye Loizidu'ya tazminat ödemeyi kabul ettiği takdirde, diğer davalar da aynı gerekçeyle kabul edilecek ve Türkiye'nin milyarlarca dolar tazminat ödemesi gerekecekti. Siyasete kurban edilen hukuk Avrupa Konseyi'nde Kıbrıs ve Yunan delegasyonu, bu kararın infazı istemiyle Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Türkiye de, haklı olarak, hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu kararın infaz edilemeyeceğini savunuyordu. Bu, hukuki temelden o denli yoksun bir karardı ki, davanın hakimleri tarafından bile savunulamıyordu. Kararın infazı için Hukuk Komisyonu tarafından tayin edilen Raportör Jurgens bile Genel Kurul'daki konuşmasında, kararın hukuki değil, siyasi olduğunu itiraf ediyordu. Avrupa Konseyi'nde bu sorunun halli için çeşitli formüller arandı. Ben şahsen, raportöre şu teklifi yaptım: -"Biz bu tazminatı, Türkiye Devleti olarak değil de, Türk vatandaşı olarak ödeyelim." Rum tarafı bunu kabul etmiyordu. Çünkü onun maksadı, var olduğu iddia edilen bir zararın tazmini değil, Türkiye'yi işgalci duruma düşürecek bir emsâlin yaratılmasıydı. Bu kararı savunanların tek söylemi şuydu: "Hukuka uygun olsun veya olmasın, ortada verilmiş bir mahkeme kararı vardır ve bunun uygulanması gerekir." Kuru vaatler karşılığı ödediğimiz bedeller
Aldığımız haberlere göre, Türk Hükümeti bu kararın infazını ve tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Bunun karşılığında aldığı ödün, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'nin, bundan böyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Kuzey Kıbrıs'ta kurulacak bir mahkemenin yetkilerini kabul edeceği, bu suretle de, Türkiye aleyhine açılan davaların düşeceğine dair vaadidir. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'nin vermiş olduğu sözün hukuki değeri nedir? Böyle bir kararı, değil Genel Sekreter, Avrupa Konseyi Genel Kurulu dahi alamaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bile böyle bir kararı almaya yetkisinin bulunup bulunmadığı tartışmalıdır. Üstelik geçmişte, Türkiye'nin bu şekilde yetkisiz kişilerce verilmiş kuru vaatlerden ne kadar zarar gördüğü ortadadır. 12 Eylül darbesinin kumandanı Kenan Evren, ABD Dışişleri Bakanı General Rogers'in, Yunanistan'ın AB'de veto hakkını kullanmayacağı konusunda verdiği söze güvenerek, Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesini ve Türk Notamı'nın kaldırılmasını kabul etmedi mi? AB'nin Helsinki Toplantısı'nda Türkiye, itirazlarını, Finlandiya Cumhurbaşkanı'nın bir mektubu üzerine kaldırmadı mı? Buna rağmen bugün bu vaatlerin hangisi yerine getirildi? Acaba, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Schwimmer de sözünde durabilecek midir? Dursa bile, sözünü tutmaya gücü yetecek midir? Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye Avrupa Birliği'ne katılabilmek için bir bedel ödemektedir. Bu şekilde ödenecek para, bir tazminat değil, bir nevi 'haraç'tır. Bir defa haraç vermeyi kabul ederseniz, bunun nerelere kadar gideceğini kimse kestiremez.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |