|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünkü yazıda bir Fransız gazetesinin (Le Monde, 18 Haziran) başyazısında "başörtüsü" meselesine nasıl yaklaştığından söz ediyorduk... Bu "Katolik ülke"nin en prestijli gazetelerinden birisi ülkesinde sağcısından solcusuna pekçok siyasetçiyi aynı safta buluşturan "Anti-başörtüsü yasası" tartışmasında bir "bilgelik" örneği veriyor ve bu konuda atıp tutan herkesi "Okul"un asıl işlevini (yani "Bütünleştirici ve Özgürleştirici" işlevini) bir kez daha düşünmeye davet ediyordu. Yerden göğe haklıydı doğrusu; sorumlu bir gazete olarak, ülkesinde ikinci büyük din haline gelen İslam'ı din bilen binlerce genç kızın söz konusu yasa aracılığıyla "Okul"un dışına itilmesine gönlü razı gelmiyordu.... Gazete sanki "Yasa çıkartmak kolay, ya sonrası?!" der gibiydi. Ne güzel; adına "gazete" denilen şeyin üzerine düşen asıl görev zaten bu değil mi? Topluma bakmak, toplumsal gelişmenin ve hareketlerin yönünü sezmeye çalışmak, toplumun farklı kesimlerininin birbirleri hakkında bilgilenmesini sağlamak ve nihayet herkesin hür bir biçimde yaşayabileceği, herkesin hür bir biçimde bilgi ve beceriye ulaşabileceği bir düzeni hayal etmek.... Bağnazlıktan uzak, "dışlama"dan uzak, toplumun bir kesimini peşinen "damgalamak"tan uzak... Le Monde'un başta Fransız Başkanı Raffarin olmak üzere, okullarda "başörtüsü"nü yasaklayıcı bir yasa çıkartmak isteyenler karşısında Fransız Danıştayı'nın 1989'da aldığı karara sahip çıktığını da görüyorduk. Konuya yakın olanların hatırlayacağı gibi, 1989'da Fransa'da "başörtüsü olayı" ortaya çıktığında, Fransız Danıştay'ı -dönemin Milli Eğitim Bakanı (sonradan Başbakan) Lionel Jospin'in görüşüne yakın bir biçimde- önemli bir karar almıştı. Danıştay'ın kararı "tolerans"ı öne çıkaran bir karardı. Sadece İslam'ın değil, bütün dinlerin sembollerinin taşınmasını kabul edilebilir buluyor ama bazı sınırlamalar getiriyordu. Söz konusu sınırlamalar çok anlaşılır sınırlamalardı doğrusu: Bu sembollerin taşınması "gösteriş"e yönelik olmayacak ve "bir baskı, provokasyon, inanç yayma ya da propaganda eylemi" oluşturmayacaktı. Gördüğünüz gibi sınırlamalar gayet yerinde: "Okul"daki bütün öğrencilerin özgürlüğüne ve inançlarına saygılı, kimsenin kimseyi hiçbir biçimde taciz etmediği mutlu bir düzen.... Öğrenci mensup olduğu dinin sembollerini taşıyabilir ama bunu kimsenin gözüne sokamaz... Danıştay ayrıca, bu kuralın uygulanma aşamasındaki yetkiyi de okul müdürlerine veriyordu. Doğrusu bu da çok güzeldi... "Okul müdürleri"nin de akıllı birer varlık oldukları peşinen kabul edildiği için, çocukların sınırları aşıp aşmadığına onlar karar verecekti. Öğrenci bu "sembol" işini çok mu abartıyor, inancını bu sembolleri de kullanarak başkalarına dayatmaya kalkıyor mu, okulun düzenine bir zarar geliyor mu? Hepsine okul müdürleri karar verecekti... Bana göre de bu yöntem -ülkemezde pek "objektif" bulunmasa da- iyi bir yöntem. Çünkü peşinen her iki tarafı da (yani okul yöneticisi ve öğrencileri de) "akıllı" birer varlık olarak kabul ediyor ve tarafların buna uygun davranacağını varsayıyor. Evet, işte Fransız gazetesinin hükümete sahip çıkılması yönünde önerdiği karar böyle bir karar. Ama bakalım hükümet gazetenin bu uyarısını dinleyecek mi? Çünkü söylediğim gibi, "anti-başörtüsü" yasası pekçok siyasetçinin gönlünü fethetmiş durumda. 1989'da bir "liberal-cumhuriyetçi" olarak Danıştay'ın kararına yakın duran Milli Eğitim Bakanı Ferry bile bu işin artık okul müdürlerine bırakılamayacağını ve bir yasanın gerekli olduğunu söylüyor. "Mutaassıp laikler" Fransa'da da eksik olmadığından, bazı milletvekillerinin "başörtüsü"nün sokakta bile yasaklanmasını ve problemli banliyölerin okullarında tekrar "önlük/üniforma" uygulamasına dönülmesini istedikleri konuşuluyor. Şimdilik belki en büyük engel, Devlet Başkanı Jacques Chirac'ın bu fikre karşı çıkması. Bakalım Batı'da kendisine giderek daha çok sayıda taraftar bulan ve sosyolog Vincent Geisser'in "yeni korku uzmanları" olarak tanımladığı çevrelerin esasında toplumsal adaletsizliğin neden olduğu pekçok toplumsal problemi İslam ile "terörizm" arasında icat etmeye çalıştıkları doğrudan ilişkiye dayandırdıkları bir teori ve pratikle anlama ve çözme çabalamalarının Fransa'daki etkisi ne derece olacak? Fransa'da da bol keseden ortaya atılan "yeşil faşizm" ya da "İslam totalitarizmi" gibi "kavramlar" bu "Okul" tartışmasını ne derece etkileyecek? Fransız Cumhuriyeti'nin, şu kadar yıllık tarihinde "bütünleşmenin" en önemli kurumu olarak görüp üzerinde titrediği "Okul", tam ters yönde bir amaca hizmet edip toplumun bir kesimini "dışlayan" bir aygıta mı dönüşecek? Aslında, aranızda "O kadar endişe etme, bak eloğlunun en büyük gazetesi 'bilgeliği' nasıl elden bırakmıyor; bizde durum ne olacak sen ondan haber ver!" diyen varsa, yalan değil haklıdır... Sahiden bizde durum ne olacak... Bir kez daha hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum: İki yazıdır sözünü ettiğimiz "yasa" Fransa'da sadece "okulları" ilgilendiriyor. Çünkü onlarda âdet böyle; "üniversite"yi "okul"dan saymıyorlar ve üniversitilere "başörtüsü yasağı" koymak (şimdilik?!) akıllarından bile geçmiyor.... Öyleyse biz de böyle yapalım; biz de bir an önce "okul"u "üniversite"den ayırıp hiç değilse bunun sonuçlarıyla avunalım....
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |