|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Toplumdan, toplumsal durumdan, toplumsal sorulardan uzak, rasyonalitesini kendi dar alanında üreten devlet kurumları arasında, özellikle içinde yaşanan "saray kavgaları" bu ülkeyi yoruyor, geriletiyor, sıkıştırıyor. 23 Nisan'dan 29 Ekim'e türlü bayram krizleri, bu durumun tipik örnekleridir. Saray gerçeğini besleyen düzen, bu köşede sıkça vurgunladığı üzere ise bildik: Geliri az, harcaması çok, tasarrufların çoğunu emerek yaşayan, aşırı merkeziyetçi bir siyasi merkez... Bunun yarattığı rantın ve diğer tasarrufların küçük bir kesim tarafından kullanılmasını sağlayan, ülkenin ekonomik potansiyelinin harekete geçmesini engelleyen aşırı bir tekelleşme... Tekelci tek kültür üzerine temellenen bir vatandaşlık anlayışının, kültürel standartlaşmayı zorlamasıyla ortaya çıkan, büyüyen, çözümsüz kalan, şiddeti her an yeniden besleme ihtimali olan bir Kürt meselesi... Kamu sahasında kimlik, inanç ve birey temasına kuşkuyla bakan, bu teması yasaklamaya çalışan arkaik bir laiklik anlayışı... Başta Silahlı Kuvvetler örneğinde olduğu gibi yetkililerin siyasi sorumluluk taşımadığı, siyasi sorumluluğa sahip olanların yetkili olmadığı garip bir devlet yapılanması ve bu yapılanmanının, adliyeden emniyete toplumsal talepleri ve evrensel değerleri, yani sorunların siyasi çözüm yollarını dışlayan bir tahakküm yaratması... Aşırı merkeziyetçi devlet yapısı yüzünden kaynak dağılımının kapalı kapılar ardında ve siyasi amaçla yapılması, bunun yarattığı oligarşik parti düzenleri ve adliye sisteminden ihale sistemine kadar uzanan bir yozlaşma... Devletin yapılanması ve politikalarını zorlayan bir toplumsal değişim ve talep dalgasıyla kamu düzeni ve yasaların kevgire dönmesi, devletin zaman zaman acze düşmesi, toplumu toplum yapan ortak paydaların örselenmesi... Bu listeyi daha da uzatmak mümkün... Ancak, bu sorunları nasıl sıralarsanız sıralayın, değişmeyecek olan iki temel unsur var. İlki bu sorunlardan her birinin çözümünün diğer sorunun çözümüne bağlı bulunması; ikincisi ülkenin hemen her açıdan bir batakla kuşatılmış olduğudur. Bu batak neden? Türkiye, kuruluş dönemlerinden itibaren çağın gereklerini yerine getirememiş, yani modernleşmenin en önemli taşıyıcısı olan özgür bireye, demokratik standartlaşmaya dayalı eşitlik ilkesini bulamamış, hukuk düzenini kuramamış, yani modernleşmesini eksik yaşamış bir ülkedir. Yeni dünya düzeni ve yeni çağ ile bu meseleyi çözemediği bir esnada karşılaşmıştır. Klasik demokrasinin gereklerini bile yerine getiremediği bir dönemde, bireyin ve haklarının yeniden tanımlandığı, demokrasi tanımında standartlaşmanın yerini farklılaşmanın aldığı bir dalgayla yüz yüze gelmiş ve yaşadığı iç ve dış bunalımlar ikiye katlanmıştır. Ülke yönetimi toplumu, bireyi içinden kuşatan bu yeni dalgayla mücadele etmeye soyundukça, sorunlar daha da azmıştır. Bu çerçevede, örneğin 28 Şubat, örneğin benzer bir sürece, "iktidarsızlaştırma ve iktidarı sürekli denetim altında tutma gündeme getirme gayretleri"ne işaret eden sonuçları sanıldığından daha uzun sürecek 23 Nisan ve 29 Ekim tipi girişimler, eksik modernleşme modelini daha gerilere götüren bir anlayışı yeniden keşfetmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Hangi açıdan bakarsanız bakın; ister eksik modernleşme açısından, ister modernleşmenin demokrasi ve toplumsal taleplere ilişkin çağın gerisinde kalmaya yüz tutan bazı ilkeleri açısından… Bilin ki, bugün yaşadığımız temel sorun, toplumsal, kültürel, ekonomik, sosyal kaynakları seferber ederken kullandığımız, yüzyıllardır değiştiremediğimiz aşırı merkeziyetçi yöntemden kaynaklanmaktadır. Bu değiştiği anda gerisi çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |