|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Merkezin pekçok yetkisinin çevreye devredilmesi sonucunu doğuracak "Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı" gazetelerdeki köşe yazarlarını ikiye böldü. Tasarıyı "Ulus devleti parçalayacak, ardından 'seçilmiş valilerle eyalet örgütlenmesi'ni başlatacak, sonra da 'federasyon'u yaratacak" bir nifak tohumu olarak görenler olduğu gibi (Emin Çölaşan), onu "bürokrasi diktatörlüğünden demokratik cumhuriyete geçişin fırsatı olarak selâmlayanlar" da var (Güngör Mengi).
Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin ile Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in bir basın toplantısıyla açıkladıkları "Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı", ertesi gün (4 Kasım) çoğu gazetenin manşetindeydi. Manşetini başka haberlere ayıran gazeteler de gene geniş haberlerle duyurdular tasarıyı... Konu aynı gün "köşe"lerde de değerlendirilmeye başladı. Tasarı üzerine yazanların ortak noktası şu: Karşımızdaki, olağanüstü önemde bir tasarıdır, o nedenle geniş bir biçimde tartışmalıyız. Bizce de öyle: Gerçekten de çok önemli bir tasarıyla karşı karşıyayız ve bu nedenle bugünden itibaren zaman zaman konuya ilişkin olarak yazan köşe yazarlarından aktarmalar yapacağız...
'OLİGARŞİK YAPIYA YILDIRIM'
Tasarının vaat ettikleriyle ömür boyu ilgilenmiş bir yazar olan Çetin Altan'ın 5 Kasım'da kaleme aldığı "Oligarşik yapıya yıldırım mı düşüyor?" başlıklı yazısıyla başlayalım... Altan, tahmin edebileceğiniz gibi, meselenin "Oligarşik-kabuk devlet" meselesi olduğu kanısında. Lafı tasarıya gatiriyor ve şöyle devam ediyor: "Kamu Yönetimi Reformu Tasarısı tamamlanmış. Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in, bu konuda yaptığı açıklamalar; neredeyse 200 yıldan bu yana, değişen orkestra şeflerine rağmen, hep aynı havayı çalan mahut bir bürokrasi saltanatı üstüne, hışımlı bir itfaiyeci hortumu sıktı sanki: 'Obeziteye yakalanmış olan Ankara bürokrasisi yüzde 50 küçülecek... Devlette 225 bin çaycı, odacı ve şoför, iki katı düz memur var... Yılda yaklaşık 5 katrilyon maaş alıyorlar. Bu para vergilerle milletin cebinden çıkıyor...' "Bendenizin dikkatini, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in, kendi resmi arabasıyla yaptığı bir açıklama çekti. Dinçer, resmi makam arabasına ait yıllık bakım ve şoför harcamasının 18 bin dolar olduğunu söylüyordu. Daha önce de Türkiye'de, yıllık bakım ve şoför harcamasının 1.5 milyar dolar olduğu 150 bin resmi araba bulunduğuyla, 370 bin resmi lojman olduğu açıklanmış; ama daha fazla bir ayrıntıya gidilmemişti. Tabii bütün bu resmi arabalara 'Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda' biniliyor, bütün o resmi lojmanlarda 'vatanı ve milletiyle devletin bölünmez bütünlüğü' doğrultusunda oturuluyordu. Türkiye'nin sosyo - ekonomik yapısını ön plana çıkarmaya kalkanların ise üstüne hemen kezzap dökülüyordu." Yerimiz dar, bu kadardan fazlasını aktaramıyoruz, ama bu kadarından bile, bir "yazı adamı"nın, üzerine dökülen kezzaplara rağmen bıkmadan usanmadan yıllardır dile getirdiği sorunların nihayet "tasarı" haline getirilmiş olmasından duyduğu coşkuyu siz de hissetmişinizdir… Hazır "Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü"nden söz etmişken araya birkaç muhalif sıkıştıralım, sonra gene tasarıyı "genel olarak olumlu" karşılayan yazarlara geçeriz.
FEDERASYON!
"Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüyle bu tasarının ne alâkası var?" diye sormayacaksınız herhalde… Ya da sorun, biz de sorunuzu, bağlantıyı böyle kuran yazarlardan örnekler vererek cevaplayalım. Emin Çölaşan'la (Hürriyet, 5 Kasım) başlayalım mı? Çölaşan, "Reform!" başlıklı yazısında, teftiş kurullarının kaldırılıp "bütün denetim"in Sayıştay'a bırakılmasını "AKP'nin gelecek iktidarlara yolsuzluk belgesi bırakmamak" amacına bağlıyor… Ardından, "Belediyelerin yetkisi artırılacak. Devletin pek çok yetkisi onlara devredilecek" diye özetlediği fasıl için "bir tek şey" söylüyor: "Özellikle Güneydoğu'daki DEHAP'lı belediyelere bu yetkileri nasıl vereceksiniz? İşin bir adım sonrasını, neler olacağını, Kürtçülüğün devlet eliyle nasıl hortlayacağını, PKK yandaşlarının nasıl ihya edileceğini düşünmüyor musunuz?" Ama Çölaşan'ın asıl teşhisi ve uyarısı yazının ortalarında geliyor: "Bu gibi tasarılar neyi getirecek? Ulus devleti mi parçalayacak? Bir süre sonra ''seçilmiş valilerle eyalet örgütlenmesi'' mi başlayacak? Sonra Avrupa Birliği'nin istemleri doğrultusunda 'federasyon' mu olacak? Türkiye bunları tartışmalı. Bu yollar bizi oralara sürükleyecek. Kimseden tık yok. Ortalıkta muhalefet falan yok. Herkes teslim bayrağını çekmiş durumda. Bu yüzden bu duyarlı konuları gündeme getirmek bize, ne yazık ki çok az sayıdaki gazeteciye düşüyor." Çölaşan'ın sözünü ettiği "çok az sayıdaki" (aslında yazar bunun üstüne biraz düşünsün deriz biz, eskiden ne kadar da çoktular!), yazarlardan Melih Aşık (Milliyet, 4 Kasım) ve Ali Sirmen'den (Cumhuriyet, 4 Kasım) alıntı yapmayalım, çünkü onların tasarıya muhalefetinin çıkış noktası Çölaşan'ın çıkış noktasıyla aynı. Onların yerine, gene aynı çıkış noktasından hareket etmesi normal sayılabilecek olan Bekir Coşkun'un nispeten farklı yaklaşımına bakalım… Bekir Coşkun'un Çölaşan'ın yazısından iki sayfa önceki yazısı da "Reform" başlığını taşıyor, ama onun "reform"u ünlemsiz… Yazısı da öyle sayılır… Coşkun, okuyanda "paranoyanın sınırı yok" duygusu yaratan "parçalanırız, mahvoluruz" yaklaşımına hiç prim vermiyor, onun kuşkusu başka. O, yetki ve kaynakların merkezden yerel yönetimlere aktarılması yoluyla sadece "Rüşvetin, torpilin, yağmanın, hırsızlığın adres değiştireceği"ne inanıyor. Bunların olmayacağına inansa, "reform"a hiçbir itirazı yok. Ya da biz öyle anladık, diyelim… Milliyet yazarı Taha Akyol, tasarıyı olumlu bulanlardan… Akyol'un, "Yeni 'devrim' süreci" başlıklı yazısının giriş satırlarını buraya alalım: "Devrim niteliğinde bir yasa tasarısı daha Meclis'e geliyor: Tanzimat'tan başlayıp Cumhuriyet'te zirvesine ulaşan 'merkeziyetçilik'ten artık çıkıyoruz; 'merkez'in pekçok yetkisi, 'taşra'ya, mahalli idarelere devredilecek!" 'BÜROKRATİK CUMHURİYET' Son olarak Vatan gazetesi başyazarı Güngör Mengi'nin yazısına bakalım… Mengi de devrim niteliğinde bir dönüşümün arifesinde olduğumuz kanısında. Öyle ki, yazısına, "Bu hamleyi, bürokrasi diktatörlüğünden demokratik cumhuriyete geçişin fırsatı olarak selâmlamak gerekiyor" sözleriyle başlıyor. Ama hemen ardından "bölünmez bütünlük edebiyatı"na karşı uyarıda bulunuyor: "Ama şunu da bilelim: Devleti israf ve yolsuzluğa batıran, ülkeyi geri bırakan, özgürlükleri ve ekonomik büyümeyi önleyen köhnemiş sistemin egemenleri kolay teslim olmayacaktır. Tuzağa düşmemek, 'bölünmez bütünlük' edebiyatı ile devletin altının oyulmak istendiği kışkırtmalarına kapılmamak lazım. Türkiye bu reformu, tabuları yıkarak, hortlaklardan korkmadan tartışmalı ve Ankara odaklı merkezi yönetimin ölümcül hastalıklarından kurtulma fırsatını bu kez mutlaka kullanmalıdır. (…) İktidan yalnız bırakmamak, bürokrasi iktidarının kışkırtmalarına alet olmamak, daha özgür ve daha müreffeh bir Türkiye özleyenlerin görevidir." Devam edeceğiz… (A.G.) Toktamış Hoca, 'Partim sana söylüyorum, gazetem sen anla' mı demek istiyor?
Cumhuriyet gazetesi yazarı Toktamış Ateş, "CHP'nin dramı…" başlıklı yazısında (4 Kasım), "'Gaf'larının ya da yanlış değerlendirmelerinin haddi hesabı bulunmayan CHP"ye hayli sert eleştiriler yöneltiyor. Ateş, her şeye rağmen -kendisi gibi- bir türlü CHP'den kopamama tutumu alanların durumuyla da hoş bir biçimde dalga geçiyor: "Bu durumu bazen bir hastalık olarak görüyorum, bazen de geri zekâlı olduğumuzu düşünüyorum." Toktamış Hoca, bu esprili girişin ardından, CHP'nin "kendi kurumu"yla, yani üniversitelerle ilgili yapıp ettikleriyle hesaplaşıyor. Okuyalım: "Örneğin; (benim de beğenmediğim) yeni Üniversiteler Yasa Taslağı'nın, eleştirilebilecek sayısız yönü var. Fakat ortaya, '26 bin yönetici değişecek' yalanını attılar. 'Türkiye'nin bilim yasalarına yön vermesi gereken insanlar, nasıl böyle kocaman yalanlar atarlar', diye sormayın. Ben, insanın gözünün içine baka baka yalan söyleyen omurgasız rektörler de tanıdım. Bu yalana, sayın Cumhurbaşkanımızı da alet ettiler. CHP sözcüleri de haftalarca bu yalana sarıldı. Oysa ki tüm Türkiye üniversitelerindeki öğretim üyesi (profesör, doçent, yardımcı doçent) sayısı 26 bin. "YÖK yetkilileri, gene bu taslakla ilgili olarak, Sayın Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan'ı, 'gafillik' ve 'cahillikle' suçladılar. Hem de birkaç kere. Düşünce ve inançlarına karşı da olsanız, bir bakan ve başbakan hakkında böyle konuşmak, ciddi bir terbiyesizliktir. Fakat bizim 'Aslan CHP'liler' bundan rahatsız olmadılar. Ancak Sayın Erdoğan, bu zatları 'edebe davet' edince, kıyamet koptu. CHP sözcüleri çok farklı platformlarda, 'Edebe davet etmek edepsiz demektir. Sayın hocalarımızdan özür dilemeleri gerekir' gibisinden konuşmalar yaptılar, beyanatlar verdiler. İnsaf…" Bütün bunlar güzel… Güzel de, "Toktamış Hoca'nın partisi"nin yaptığı şeylerin aynısını "Toktamış Hoca'nın gazetesi" de yapmadı mı? Alalım mesela "26 bin yönetici değişecek yalanı"nı… Tamam, CHP bu yalana sarıldı ama bu "yalan" en çok hangi gazetenin yayınlarıyla kamuoyuna mal oldu… Cumhuriyet'teki, içinde "26 bin yönetici değişecek yalanı" geçen habermiş gibi yapan metinleri alt alta dizsek, ortaya nasıl bir manzara çıkardı? Keza, "Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan'i gafillikle suçlayan rektörler"i haberden saymayan, ama "Başbakan: 'Edepsizler'" haberlerini ballandıra ballandıra veren gazetenin adı Cumhuriyet değil miydi? Galiba Toktamış Hoca "Partim sana söylüyorum, gazetem sen anla" demek istiyor… (A.G.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |