|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünkü yazımın sonunda küçücük bir soru sordum; şöyleydi: "Nasıl bir Atatürk?' sorusu tartışılıyor. Benim aklıma da şu soru geliyor: Acaba Atatürk yaşasaydı, bugünkü Atatürkçüler'den hangisine benzerdi? Sezer'e mi, Baykal'a mı, Doğu Perincek'e mi, Alemdaroğlu-Gürüz'e mi, Vural Savaş'a mı, Emin Çölaşan'a mı, Bedri Baykam'a mı? Acaba Atatürkçülerimiz'in zaman zaman aynaya bakıp Atatürk'le kendi kişiliklerini kıyaslama gibi bir huyları var mıdır?" Bu soru üzerinde biraz daha durulması gerektiğini düşünüyorum. Bir kere "Atatürk yaşasaydı..." diye başlamak, bir tarihi liderin kişiliğinin geleceğe ne ölçüde taşınabileceği ve gelecekte ne ölçüde referans olabileceği sorusu ile birlikte düşünülebilir. Ancak Atatürk, kendisinden sonra da Türkiye Cumhuriyeti için referans olan bir şahsiyettir ve bu yüzden onun kendisinden sonra nasıl algılanacağı, Türkiye'nin bugünleri için de önem arzetmektedir. O yüzden "Acaba Atatürk 10 yıl daha, 20 yıl daha, 65 yıl daha ve nihayet yüz yıllarca yaşasaydı nasıl bir kişilik sergilerdi, nasıl bir değişim geçirir veya geçirmezdi, bu değişimler kendi toplumu tarafından hangi ölçüde kabul edilir veya edilmezdi?" soruları "Atatürk yaşasaydı..." ihtimali ile birlikte akla geliyor. Burada belki Atatürk'ün "Ben dogma bırakmıyorum. Akıl ve bilimi öncü olarak kabul edin" tarzındaki sözlerinin altı çizilebilir. Buradan çok temel bir yöntem çıkarılabilir. O da "donmuş" bir "Atatürk çizgisi" olmayacağı, her çağın bilim ve akıl seviyesinin çözüm aracı olarak kullanılması gerektiği yargısıdır. Bunun anlamı da "Ben kendi çağıma göre bilim ve akıl verilerini kullanarak çözümler ürettim, herkes de kendi çağının verilerini kullansın" mesajıdır. Ancak Türkiye'de "Atatürk"ün dogmatik kurallar koyan bir kişilik olarak algılandığını ve insanların birbirini, tıpkı bir dinin bağlıları gibi bu dogmalara uyup uymama yargısına muhatap kıldığını da kabul etmek gerekiyor. Ve yukarda saydığımız isimler, Atatürkçülükleri ile tanınan simalar. Bu durumda baştaki sorunun "Acaba Atatürk yaşasaydı kime benzerdi?" diye başlayan bölümü önem kazanıyor. Bu sorunun iki cevabı bulunabilir: Birisi, Atatürk'ün sayılan isimlerden birisine benziyor olması, diğeri de hiçbirine benzemiyor olmasıdır. İkinci şıkkın doğru olmasının doğuracağı sonuç, hepsi de kendilerini en tutkulu "Atatürkçü" kabul eden bu simaların durumunun zorlaşmasıdır. Bu durumda kendinizi "Atatürkçü" olarak tanımlamanızın yetmediği, bunun gerçeklikle (Bugün Atatürkçülük neyi gerektiriyor sorusunun sağlıklı bir cevabı varsa) uyumunun test edilmesi gerektiği ortaya çıkar. Türkiye'de birbirine zıt kutuplardaki insanların kendilerini "Atatürkçü" olarak tanımladıklarına bakılır ve bütün bunların hep birlikte "Atatürk çizgisi"nde olamayacakları düşünülürse, en azından birilerinin yanlış bir Atatürk resmi çizdiği var sayılabilir. O zaman Türkiye'de hemen bir "Gerçek Atatürkçülük şablonu" belirlemek (Acaba bunu kim yapabilir ve onun yaptığına nasıl güvenilebilir?) ve Atatürkçülük iddiasında bulunan herkesi bu testten geçirmek gerekecektir. Sorunun ikinci cevabı, burada sayılan veya sayılmayan ama kendisini "Atatürkçü" olarak tanımlayan insanlardan birisinin veya birilerinin "Atatürk yaşasaydı tıpkı o olurdu" kanaatini vermesidir. Böyle bir cevabın, işleri kolaylaştıracağı varsayılsa bile, bunun hemen söylenebileceği de kuşkuludur. İşleri kolaylaştırması ihtimali bulunabilir, çünkü, dersiniz ki "Atatürk yaşasaydı şu şahıs gibi olurdu" sonra onu sembol kişilik olarak değerlendirir, toplum olarak onun izinden giderdiniz!!! Acaba gider miydiniz? İşte problem... Diyelim, "Emin Çölaşan ya da Doğu Perincek, Yekta Güngör Özden ya da Sezer bu çağda Atatürk'ü en ideal ölçüde sembolize eden iki isim... Atatürk yaşasaydı onlar gibi olurdu? Herkes onları örnek alsın!" -Acaba örnek alınırlar mı? Bu simalardan kimileri seçimlere giriyor ve binde bilmem kaçlarda oy alıyor... Son kamuoyu yoklamalarında, Atatürkçü vurgu yaptığı eylemlerinden sonra Cumhurbaşkanı Sezer'in itibar grafiği iniyor... Baykal'ın oy oranı yüzde 20'yi bulmuyor. Kimisi de seçimlere girmemiş durumda... Demek bu simalarla geniş halk kesimleri arasında sorun var. Bu durumda "Atatürkçülük'le halkçılık nerede buluşacak, nerede ayrılacak, yoksa Atatürkçülük'le halk arasında sorun mu var?" sorusu ortaya çıkıyor... Genelde din-insan ilişkisinde dindarların sergilediği kişilik örneklerinin, dinin insanlar tarafından algılanışını olumlu– olumsuz etkilediği kabul edilir. Şimdi aynı durum, Atatürkçüler açısından söz konusu. "Atatürkçü diye tanınan simaların halk nezdindeki itibarları neden sorunlu?" sorusu sorulabiliyorsa, ya Atatürk'le Atatürkçüler arasında sorun vardır, ya da halkla çağdaş Atatürkçülük arasında sorun vardır... Yani halkın çağı yorumlamasıyla Atatürkçüler'in çağı yorumlaması birbiriyle uyuşmuyordur... Acaba hangisi? Görüldüğü gibi dogma alanından çıkınca cevaplanması gereken dünya kadar soru çıkıyor ortaya... Tartışalım serin serin...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |