|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kamu yönetimi ve siyasetimizin sorun çözmede pek başarılı olmadığı gizli saklı bir şey değildir. Oysa ki her iki temel kurumun varlık nedeni kamusal sorunları çözmesidir. Bu durumda idarede siyasetin kendi varlıklarının temel sebebiyle sorunlu yapıları var, demektir. Hatta kamusal sorunları çözmek bir yana üst üste yeni sorunlar icat etme ve bu sorunlar üzerinden toplumla kendileri arasındaki mesafeyi giderek açma, cephelerini güçlendirme çabası içerisinde oldukları söylenebilir. İdare ve siyasetin temel işlevlerini, içinde yer aldıkları toplumsal çevrede meydana gelen değişmelere göre yeniden tanımlamayı bir türlü becerememeleri ister istemez bir yerlerde donup kalmalarına sebep oluyor. Hepimiz laikliğin idari ve siyasi gelişmelerdeki önemini ve yerini biliyoruz. Cumhuriyetin laiklik vurgusu ve bu konudaki hassasiyeti hakkında da yeteri kadar bilgimiz var. Ancak şu da bir gerçektir ki nerede ise bir asırdır laikliği tartışıyoruz, ama laikliğin çerçevesi ve anlamı konusunda ortak bir anlayış geliştirebilmiş değiliz. Laikliğe ilişkin tartışmalara bakılınca konunun nasıl özünden koparılarak farklı alanlara çekildiğini ve giderek sorun haline geldiğini görmemek sözkonusu değil. Cumhuriyetin ana akslarından birini oluşturan laikliği ne kanun metinlerinde tanımlamış ne de ortak bir kanaat oluşturabilmişiz. Herkes laikliği konuşuyor ancak herkesin laikliği diğerlerinden farklı özellikler gösteriyor. Tartışma giderek laiklik ilkesiyle toplumun terbiye edilmesi, belli toplum kesimlerinin önünün kesilmesi, baskı altına alınması amacına hizmet eden bir araç haline geliyor. İktidar mücadelesinde araçsal bir işlev görüyor. Diğer bütün tartışmalar laiklikle bir şekilde ilişkilendirilerek meşruiyet zemini oluşturulmak isteniyor. Kamusal alan neresi? Şu son tartışmaya bakın; hiç kimsenin aklına gelmeyecek olan başı örtülü diye mahkeme salonundan bir sanığın kamusal alan olma gerekçe gösterilerek dışarıya çıkarılması bu konudaki tartışmalarla laikliği yeniden gündeme getirdi. İddia şu: kamusal alanda yurttaşlar dinsel simge ve semboller taşıyamazlar. Şayet dinsel simge ve semboller taşırlarsa bu diğerleri üzerinde bir baskı oluşturacağından laikliğe aykırıdır. Laiklik kamusal alanda dinsel simge ve sembollerin olmamasını gerekli kılmaktadır... Bu tartışmada öncelikle kamusal alan kavramına giydirilen anlamda ciddi bir sorun olduğu açık. Türkiye'de bu tür kavramların nasıl keyfince kullanıldığını yaşayarak biliyoruz. Nasıl laiklik keyfince tanımlanıyor ve ihtiyaca göre anlam çerçevesi genişletip daraltılıyorsa kamusal alan konusu da bundan farklı değil. Kamusal alan, devlet hizmetlerinin verildiği alan mı? Kamu otoritesinin üzerine aldığı görevleri yerine getirirken kullandığı alanlar kamusal alan olarak anlaşılmak isteniyor. Bunun ne kadar sorunlu bir bakış olduğu acaba düşünülmüyor mu? Bu açıdan bakıldığında mahkeme salonları ile TCDD trenleri, otoyollar ile kaymakamlık binası arasında ne fark var? Mahkeme salonu devletin üzerine aldığı adalet dağıtma işlevinin yerine getirildiği kamusal alan diye belli formdaki insanlara kapatılırsa neden Denizcilik İşletmesi'ne ait vapurlarda da aynı uygulama olmasın?! Bu anlayışın ne kadar vahim bir gelişmeye kapı aralamakta olduğu üzerinde durup düşünmek gerekiyor. Kamusal alan toplumdan başkası değil... Kamusal alan en genel ve basit ifade ile insanların özel alanı olarak kabul edilen evleri dışında kalan ve izin almaksızın girilip çıkılabilen, insanların serbest hareket edebildikleri alandır. Biraz siyaset felsefesinden haberdar olan herkes bunun böyle bir anlamı olduğunu bilir. Bu anlamda caddeler, sokaklar, dükkanlar, hükümet binaları, kahvehaneler, tiyatro salonları... birer kamusal alandır. Kamusal alanı özel alanın dışındaki mekanlar olarak tanımlamaz ve devlet hizmetlerinin verildiği mekanlar olarak görürseniz bu işin içinden kalkmak mümkün olmaz. Baştaki tartışmaya dönersek, laiklik ilkesinin tanımlanması ve kapsamının belirlenmesi zorunluluğu vardır. Laiklik sadece mahkemelerin yorum ve tefsirlerine bırakılamaz. Türkiye artık bu tartışmaları aşmalı, dinamizminin önüne kendi eliyle engeller koymamalıdır. Devlet elitinin, geçen asrın başlarındaki şartlara göre yapılmış tanımlar ve bu çerçevedeki eylemlerle düşünmeyi bırakması ve gelişen şartlara göre temel ilkelere yeni çerçeve oluşturmalıdır. Bu tür tartışmalar idare ve siyasetin toplumun büyük bölümü ile kendini ayrıştırmasına hizmet etmekten başka bir işe yaramıyor. Bu süreçte herkesin sorması gereken temel soru şu: Bu tartışmalar hangi kamusal sorunun çözümüne katkı yapmakta, toplumun nasıl önünü açmaktadır?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |