|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı'nın 21. yüzyıl hukuk literatürüne girecek parlaklıkta buluşu sayesinde mahkeme salonlarından dışlanmaya teşebbüs edilen başörtüsü, bir kez daha iktidar savaşının en önemli enstrümanı olmaya namzet görünüyor. Meclis Başkanı'nın eşiyle birlikte ev sahipliğine itirazla başlayan Cumhurbaşkanı'nın 29 Ekim'de hazırladığı ve en az Yargıtay'ınki kadar önemli bir buluş sayılması gereken davetiyeyle ısıtılan bu gerilimin bir tek amacının olduğunu ve bunun da seçilmiş iktidarı geriletmek olduğunu bilerek yola koyulmak gerekiyor. 28 Şubat'ta kullanılan ve birçoğu artık geçersiz hale gelen araçlara müracaat edilmeden, başörtüsünü tümüyle devlet kurumlarından dışlamaya niyetlenilmesinin nedeni de burada yatıyor. İleri sürecek koz kalmayınca belden aşağı olduğuna bakılmaksızın bütün imkanların ortaya sürüldüğü son bir iktidar mücadelesinin izleri seziliyor. Kamusal alan yalanı "Laik değil, laikçi" azınlığın cumhuriyetin yazılı olmayan kuruluş sözleşmesini dinamitlemeyi göze alacak kadar telaşa kapılmasını anlamak güç değildir. İcraatlarıyla merkezde güçlenen ve halkla arasındaki siyasal bağı geliştiren bütün iktidarlar, bu mukavemetle bir şekilde karşılaşmışlardır. Refahyol'un muhatap olduğu itiraz bunun en acımasız örneğiydi. Şimdi, bir bölümü o dönemde de yönetimde olan kadroların iktidarının bu çatışma alanına çekilmeyeceğini düşünmek zaten saflık olurdu. Ak Parti iktidarı, nitelik olarak 28 Şubat'a benzeyen ama içerik olarak o dönemdekinden çok daha sınırlı güçlerle ve sınırlı malzemelerle de olsa; görünürde rejim eksenli ama gerçekte iktidar pastasından pay talebinden başka bir anlam taşımayan bir çatışmanın odağına çekilmek istenmektedir. Başörtüsü bir çatışma malzemesi olarak epeyi eski olmakla beraber bu kez seçilen yöntemin ilginç olduğunu kabul etmek gerekiyor. YÖK ve İmam-Hatip konusunda istediği adımı atamasa da en azından niyetini ortaya koyan iktidara karşı, kavram kargaşasıyla hücum edip baştan aşağı yanlış bir "kamusal alan" tanımına giydirilen yeni başörtüsü yasağı girişiminin anlamı bir sonraki adımda saklıdır. Kamusal alan devlet dairesi değil, vatandaşın hizmet aldığı her yerdir. Sokaktır, parktır, hastanedir, mahkemedir ve aynı zamanda Çankaya Köşkü'dür. Kamu devlet değil, halktır. Yeni yöntemin taktik amacı, üniversiteler ve İmam Hatip Okulları'nda başörtüsünü serbest bırakması beklentisine muhatap olan hükümeti, daha baştan bu alana el atamaz hale getirmektir. Hükümet, kaybedilmiş hakları yerine getirmek şöyle dursun, resepsiyonları, mahkeme salonlarını veya devlet çatısı altındaki benzeri alanları kurtarmakta bile zorlanacağı bir zemine sürüklenmektedir. Çıta yükselmiş ve kördüğüme bir sıkı düğüm daha atılmıştır. Yeni güç ittifakı 28 Şubat'ta anti-demokratik iktidar güçlerinin lokomotifinin asker olduğu ve arkadan Çankaya, medya, iş dünyası, bazı siyasi partiler, meslek kuruluşları ve bürokrasinin geldiğini biliniyor. O dönemin ittifakı böylesine güçlü unsurlardan oluşuyordu. Tabiî, bu unsurlara anlam ve zeka katan dış faktörler… Bugün ise, aynı güçlü ittifaktan söz etmek zordur. Evet, Çankaya aktif bir unsur olarak öncekini aratmayacak şekilde işin içindedir ama askerin lokomotifliği o dönemde olduğu gibi yekpare bir görüntü arzetmemekte ve dahası medyadan, iş dünyasından ve sivil toplumdan yaygın bir destek temin edilememektedir. Hatta, yargı hariç tutulursa bürokrasi de işin içinde görünmemektedir. Öncekine oranla bu kez yüksek yargı ve üniversiteler ön safa çıkarılmış olmasına rağmen ittifakın çok güçlü ve derin olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Üstelik bu kez karşıda hem çok güçlü bir siyasi kurum hem de Türkiye'nin dünya ile güçlenen bağları nedeniyle içeride demokrasiye yönelik girişimlere soluk aldırmayacak yeni bir atmosfer bulunmaktadır. En azından oyun bu kez baştan deşifre olmuş haldedir ve aynı hamleyle peşpeşe iki oyun kazanmak için çok şanslı olmak lazımdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |