AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Keyfiliğin ahlakı var mı?

Amiriniz konumunda olan biri size dese ki: "Saçınızın rengini beğenmiyorum, onu sarıya boyayın." Veya dese ki: "Ben bıyıktan hoşlanmam, onu kesin." Böyle bir taleple karşılaşırsanız ne yaparsınız? Hemen siyah saçlarınızı sarıya boyatır mısınız? Amirinizin hoşlanmadığını söylediği bıyıklarınızı hemen keser misiniz? Eğer amirinizin bu talebini (emrini) hemen yerine getirmeyi düşünür ve onu yerine getirirseniz, bu davranışınız amirinizle sizin aranızda, amirlik-memurluk dışında, kişisel ilişkinizin nezaketiyle yorumlanabilir. Olay, bizim değinmek istediğimiz amirlik memurluk gibi resmî ilişkinin, yani bir statü ilişkisinin dışına düşer. Oysa bizim ortaya koymaya çalıştığımız soru, bir statü ilişkisini ilgilendirmektedir. Amiriniz kişisel hatırını öne sürmeden, mücerret amiriniz olması hasebiyle sizden böyle bir talepte bulunduğunda ne yaparsınız?

Böyle bir durumda sanıyorum, aklınıza ilk gelecek olan soru, amirinizin sizden böyle bir talepte bulunmaya hakkı olup olmadığını araştırmak olacaktır. Böyle bir talebin haklı olabilmesi için, talep sahibinin söz konusu hakkını bir hukukî kaynağa (yasa, yönetmelik, vb.) dayandırması beklenir. Eğer sizden istenen davranış hakkında mevcut bir mevzuatın bulunduğu anlaşılırsa, bu sefer de o mevzuatın hukuka uygun olup olmadığını araştırmaya girişirsiniz. Çünkü belli bir hükmün mevzuatta yer almış olması, o hükmün illâ hukuka uygun olduğu anlamına gelmeyebilir. Amire, memurunun bıyığını kesme (kestirme) veya onun saçının sarıya boyatma hakkında yetki veren bir yasa acaba hukuka da uygun düşmekte midir? Başka bir söyleyişle bu kanuna dayanarak memuruna emir veren bir amir yasaya uygun davranmış sayılsa bile, hukuka uygun davranmış sayılır mı ve sayılmalı mı?

Burada, hukuk bilincimizi tatmin edici bir cevap bulamayınca, bu kez, ahlâk kurallarına müracaat etmeyi düşünürüz. Amirimizin bizden talebi hukuka uygun düşmüyor, ama acaba bu talep ahlâka uygun düşebilir mi? Yani böyle bir talep ahlâken haklı çıkartılabilir mi? Bunu anlayabilmem için, böyle bir talebi ahlâken gerekli kılan bir buyrukla karşı karşıya olup olmadığımı bilmeliyim.

Konuyu ahlâkî alana çektiğimizde hukukî alandakinden daha çetrefil meselelerle karşılaşırız. Meselâ bu gün bizim kültür çevremizde egemen olan ahlâk içinde karakteristik olanın bütün ahlâk buyruklarının birlikte yaşanılan insanların istekleri yararına, kendi isteklerimizi baskı altına almaya dayandığını, yani bir "feragat ahlâkı"nın geçerli olduğunu (Ahlâk Öğretileri, B. Akarsu, Remzi K. İst. 1982, s.15) farz edersek; bizim örneğimizde, kimin kim lehine feragatte bulunması gerektiği sorusu ortaya çıkar. Bıyığı şahsiyetinin parçası olarak düşünen memur mu amiri lehine feragatte bulunacak, yoksa bıyıktan hoşlanmayan amir mi tahammül etme feragatinde bulunacak? Tabiî burada, amirin bıyıktan hoşlanmamasını ileri sürerken onun hangi saiklerle hareket ettiğini de bilmemiz gerekiyor: acaba bu amir, söz gelimi, bıyıklı olan babasından çocukluğunda dayak yemiş olduğu için mi bıyıktan hoşlanmıyor; veya öyle bir muhitte yaşıyordur ki, acaba Türklerin bıyıklı görünmesinden ar mı ediyordur? Böyle bir ruhsal karmaşa niçin mümkün olmasın? Bütün bu sorular, konuyu ahlâk yönünden içinden çıkılmaz hale sokuyor. Çünkü meseleyi aslında ahlâkî alanın içine dahil etmek de mümkün görünmüyor. Amir, burada, ahlâkî yönden nasıl bir sorumluluk yükleniyor? Meçhul. Keza amirinin kişisel saiklerle öngördüğü talebini reddeden memur ahlâkî yönden nasıl bir sorumluluk altında kalıyor? O da meçhul. Ahlâkî yönden bu soruların cevabı yoktur, bu durumda konuyu ahlâkî alanın içinde mütalâa etmemizin de anlamı kalmamış oluyor.

O halde, geriye, amirin, memurun bıyığını kesmesi hususundaki talebinin tamamen keyfî bir tutumdan ibaret olduğu şıkkı kalıyor. Böyle bir talebi hukuken ve ahlâken tecviz edemiyorsak, onun keyfî bir karar neticesinde hasıl olduğunu söyleyebileceğiz demektir. Düzenin, böyle keyfî emirlerle sağlandığı bir yerde yaşamak mecburiyeti altında bulunan insanların bahtsızlığına hükmedebiliriz sanıyorum.

Çünkü keyfî kararlarla yönetilen bir ülkede, hukuk ve ahlâk kurallarına bağlı kalınmasını beklemenin anlamı ortadan kalkıyor. Başkasının keyfine göre yönetilen bir ülkede yaşayan insanın bahtsızlığına ve mazlumluğuna hükmedilmezse, acaba bahtsız ve mazlum diye kimi adlandırmalı?


13 Kasım 2003
Perşembe
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED