|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Neyi konuşuyoruz, neyi tartışıyoruz ki? Topluma ait olması gereken alanları devlete ait sayan ve bu mekanları "toplumdan kaçırılmış" (toplumdan kurtarılmış) özel bölgeler olarak gören "kafa"ya ne anlatabilirsiniz ki? Biri de çıktı, toplumsal alanı dörde böldü: 1-Özel alan, 2-Kamusal alan, 3-Dinsel alan, 4-Genel alan. Sıkıntı sadece kamusal alandaymış... Sabah yazarı Emre Aköz, "kamusal alanla mülkî alanı birbirine karıştırmayalım" demişti ya, aklı sıra ona cevap veriyor ve işleri büsbütün içinden çıkılmaz hale getiriyor. Ne kadar basit oysa: "Mülkî alanda devletin memurları (eshâb-ı kalem) yer alır, kamusal alanda ise eshâb-ı mesâlih yani resmi dairelerde işlerini izleyen vatandaşlar..." Emre Aköz, "devlet isterse (aslında isteyemez ya, neyse!) kendi memurlarına türbanı yasaklayabilir ama eshâb-ı mesâlihe, yani devlet dairelerinde işlerini izleyen vatandaşlara yasak koyamaz" diyor. Makul değil mi? Hayır, bu çözüm arkadaşı kesmiyor. "Türkiye Cumhuriyeti devleti ve yüksek yargı organları, türban taşıyanları eshâb-ı mesâlih olarak kabul etmiyor ve türbanı siyasal İslam tapınağının simgesi sayıyormuş! Cumhurbaşkanı ile Yargıtay'ın türban sınırlamasını bu bağlam ve öykü içinde düşünmemiz gerekiyor"muş. Hadi ordan! Kimin eshâbdan sayılacağına, yüksek yargı expertleri mi (!) karar verecek? Nerde, hangi hukukun hangi babında yazıyor? Devlet kapısını eshâb-ı mesâlihe yasaklayanlar, maaşlarını "eshâb-ı mesâlih"den alıyor, komik olmayın. Aynı yüksek yargı organları, aynı Cumhurbaşkanı, aynı "mülkî amir" vergi dairelerini niçin eshâb-ı mesâlihe yasaklamıyor peki? Geçenlerde de yazdım: Bu arkadaşı, gerçekte zeki, okuyan, okuduğunu anlayan, nutku açık, dahası "fikrî müsademe"ye yatkın biri sanıyordum. Çünkü, dilin en zor alanında ürün veriyor, şiir yazıyordu... Şiir yazdığına ve ülkenin sayılı şairleri arasında zikredildiğine göre "soyutlayabilirdi", daha doğrusu fehmedebilirdi. Fehmedebilir, dolayısıyla "hukuksuzluğun" hukuk kuralına dönüşemeyeceğini bilirdi. Hayır, bilmiyor. "Hem dersini bilmiyor, hem şişman herkesten..." Bu tecrübe, "soyutlayamayan" birine laf anlatılamayacağını öğretti bana. Bence Emre Aköz de anlatmasın. Biri daha var: Otuz yıldır aynı köşede bıkmadan usanmadan aynı yazıları yazan ve (helal olsun ki) okutan duayen bir yazar. Darbelerin gadrine uğramış, içeri düşmüş, işkence görmüş ve (kendi ifadesiyle) "faşizmi etinde, kanında, iliklerinde hissetmiş" bir ağabeyimiz; pirimiz, üstadımız, meslek büyüğümüz. Geçen gün, "karşıdevrim tehlikesine karşı" her türlü ayaklanmanın meşru olduğunu ve "bu bağlamda" darbelerin "demokratik müdahale" sayılacağını yazıyordu. Hem "demokratik", hem "müdahale" nasıl oluyor acaba? Boşverin... 12 Eylül'de antidemokratik YÖK marifetiyle yapılan bazı kötü şeylerin, bugünkü antidemokratik YÖK marifetiyle ortadan kaldırılmasını (!) "üniversitelerde gelinen demokratik aşama" olarak değerlendiren birine neyi anlatacaksın? Anlatsan da anlar mı bakalım!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |