|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kahvenin kültürümüzdeki yeri tartışılmaz. Hatta öylesine girmiş ki hayatımıza kendine has nükteleri, deyimleri, töresi vardır. Kahve tiryakisi, kahve ocağı, kahve falı, kahve fincanı ve "Bir fincan kahvenin kırk yıla varan hatırı"... Geleneklerimizde misafirler acı kahveyi içmeden evlerine gönderilmez, kahve ikramı da kendine has süslü fincanlara bakır cezveden yapılırdı. Kahve, Osmanlı saraylarının ve konakların da vazgeçilmeziydi ve başlı başına bir ikram gerektirirdi. Konaklarda verilen davetlerde kahve ikramı yapılırken öd ve amber yakılarak her tarafı kokutmak adettendi. Evvela çubukların uzun olması, kıymetli kehribar ve süslü imamelerle bezenmesi ve mevcut misafirlere bir anda verilmesi kahve ikramının şartlarındandı. Kahve takımını dairenin kahvecibaşısı getiririp odanın uygun yerinde koyar, kahve ibriği ise soğumaması için "stil" denilen gümüş zincirlikli ateşliklere konulurdu. Bu stili taşıyan yamak da, kahvecibaşının yanında bulunurdu. Ne kadar misafir varsa, o kadar ağa kahvecibaşının çevresine dizilirdi. Tepsinin üzerinde bulunan sırmalı örtüyü kıdemli iç ağası kaldırıp kahvecibaşının omuzuna koyar, sonra ağalar kafesli gümüş zarflara (fincanlara) ateşlik üzerinde bulunan ibrikten kahveyi koydurup, zarfın ucundan tutmak şartıyla yine bir anda misafirlere verirlerdi. Eski törelerde ailenin yetişmiş kızlarından bir fincan kahve istemenin bile bir usulü, bir adabı vardı. Bunu şu tekerleme ile dile getirmek eskilerin hoşlandığı keyifli kahve isteme usullerinden biriydi : "Ehli keyfin keyfini kim tazeler, taze elden taze pişmiş, taze kahve tazeler".
fax: 0212 576 39 05
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |