|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bombalı, türbanlı gündem akıp giderken Türkiye; hedefleri, ihtiyaçları ve öncelikleri açısından son derece önemli bir dönemin eşiğine doğru da hızla ilerliyor. Bu, Erdoğan'ın deyimiyle "milli hedef" ya da "stratejik hedef" olan Avrupa Birliği'dir. 2004, bütünüyle bu hedefin detayları üzerinde yoğunlaşılan, Aralık ayının bir filmin finali gibi merakla beklendiği bir yıl olacaktır. Böyle olduğu için ortaya, sadece AB'yi isteyenler değil, istemeyenler için de zor bir çatışma zemini çıkacaktır. Sahaya yeni malzemeler sürülecek ve iki taraf da 2004 Aralık ayının kendisi adına mutlu sonla bitmesi için elinden geleni yapacaktır. "Elinden geleni yapmak…" Burası çok önemlidir zira, Türkiye'yi AB'ye taşımak isteyen güçler bu tarihi karar anına doğru ellerinden geleni yapmak zorundadırlar. Çünkü, karşılarındaki güçler Türkiye'nin bu kez de müzakere tarihi alamaması halinde yeniden bir AB enerjisi üretilemeyeceğini hesap ediyorlar. Yani, bu varta da atlatırlarsa Türkiye'nin Brüksel yolundan tıpış tıpış geri döneceğini düşünüyorlar.
Sadece liderin alabileceği risk
200 yıllık yürüyüşün bu son ve en kritik eşiğinin yöneticisi olmak Başbakan Erdoğan için elbette ağır bir sorumluluğa tekabül etmektedir. Ancak, kabul etmek lazım aynı kritik eşikte Başbakan için bir o kadar da zengin fırsatlar demeti bulunmaktadır. Hedef yakın, ödül büyüktür. Erdoğan, geçmişte hiç olmadığı kadar yaygın bir AB destek tabanının yanısıra, üyeliğin temel şartı olan Kopenhag kriterlerini yasalaştırma ve uygulama konusunda son derece elverişli bir zemin üzerinden politika yapmaktadır. Bu zemin, sadece Türkiye'yi AB'ye taşımak için formel araçları üretmek için değil; içeride bu sürece direnen, ayak sürüyen ve bazen sofistike yöntemlerle, bazen de alenen gelişmeleri sabote eden unsurları bertaraf etmeye de imkan tanıyacak kadar geniştir. "Elinden geleni" yaptığı takdirde Erdoğan, bu mücadeleden galip ayrılmayı baştan garantilemiş olacaktır. Hatta, "elinden geleni" yapacağını göstermesi bile önemli ölçüde mesafe elmasını sağlayacaktır. Olayı neden sadece Erdoğan eksenine oturttuğumuza gelince… Nedeni basittir. İktidar partisinde liderin altındaki pozisyonda bulunanlar, sivil toplum, aydınlar ve nihayet halkın yüzde 75'i üyeliği zaten istemektedir. Ama, bu geniş desteğe rağmen üyeliğe giden yolda siyasal risk ve liderlik şartına bağlı inisiyatif alma mecburiyeti vardır. Bu riski göze alacak ve bu inisiyatifi kullanacak olan da sadece Erdoğan'dır.
AB mazeretsiz kalmalı
AB yolundaki kararlılığın temel üniteleri de çıkartılan yasaları tavizsiz uygulamak ve lafı eğip bükmeden Kıbrıs'ı çözmektir. Bu ikisi ya da ikisinden birisi eksik kaldığı takdirde sürecin tıkanacağı besbellidir. Türkiye'nin kritik eşiklerinde tarihi kararlar almak gerekmektedir ve Erdoğan'ın da bu tarihi sorumluluğu yerine getirebilmek için şimdiden ciğerlerini bol bol oksijenle doldurup şişirmesi lazımdır. İçeride olduğu kadar dışarıda da rakipleri çetin olacaktır. Mesela, AB Dönem Başkanlığı'nı 1 Ocak 2004 'de devralacak İrlanda Cumhuriyeti'nin Avrupa İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı Dick Roche açık açık Kıbrıs sorununun Türkiye'nin Avrupa Birliği müzakere sürecinde önemli bir engel olduğunu söylüyor. Yani herkesin bildiğini bir de dönem başkanı olarak o tekrarlıyor. Bu gerçek ortadayken AB ajandasını Kıbrıs sorununu görmezden gelerek hazırlamanın anlamı yoktur. Ya da tek anlamı vardır o da AB'yi "stratejik hedef"ten "taktik hedef"e indirgemektir. Başbakan'ı kuşatmayı deneyen ve denemeye de devam edecek olan güç bu indirgemeyi her fırsatta zorlayacaktır. Erdoğan'ın bu kuşatmayı yarması ve Türkiye'yi Brüksel kapısında Avrupa'yı mazeretsiz bırakacak kadar geniş bir üyelik perspektifine taşıması lazımdır. Gerisi Avrupa'nın sorunu olacaktır…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |