|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu köşeye arada bir gözatanlar bile birkaç yazıdır "yeni terörizm" adını verdiğimiz yepyeni bir olgudan söz ettiğimi hatırlayacaktır. Gerçekten de dünyanın 11 Eylül'de tanıştığı "terörizm" Türkiye de dahil olmak üzere bugüne kadar pek çok ülkenin tanıdığı terörizmden farklıdır. Ortada açık deliller bulunmadığı için İstanbul'daki olayları bu yeni olgunun yeni bir örneği olarak değerlendirmek ne derece doğrudur bilemiyorum ama aralarındaki akrabalık ilişkisinin epeyce güçlü olduğunu hiç değilse seziyoruz. Besbelli ki bu "yeni terörizm", ne kimilerinin hikayeyi özetlerken neredeyse "Nuh"a kadar gidip söze İbn Teymiye ile başlamaları ile, hatta ne de bellerine sardıkları bombalarla sivillerin arasına karışan Filistinli eylemcilerin şiddetleriyle açıklanabilecek türden bir terörizmdir. Bu bambaşka bir şey; "küreselleşme" denilen olgu olmadan anlaşılması imkansız bir terörizm. Bir kere "yoksul" değil "zengin" terörizmi. Bir kere "küreleşleşme"nin enformatiğinden havacılığına, medyasından "gösteri toplumu"na kadar hemen her "nimet"ini çok iyi kullanabilen bir terörizm. Türkiye açısından söyleyecek olursak, bu terörizm ne "Asala"yı, ne de "PKK"yı hatırlatıyor. Hatta öyle ki, El Kaide'nin CIA ile olan hısımlığı ne kadar apaçık olursa olsun, bu terörizm "istihbarat servisleri"nin "akılları"nı da dışarıda bırakan bir olgu. Hiç şüphe yok ki, bu "yeni terörizm", öyle ya da böyle "gelişen" dünyanın, yani "küreselleşme"nin bir meyvası... Peki bunun önüne nasıl geçilir, bu "yeni terörizm"in ajandasından nasıl çıkılır? Bana göre de, hükümetin üzerinde öncelikle düşünmesi gereken sorun budur. Yani daha açıkcası, bu olgu sözcüğün frenkcesiyle nasıl "gerer" edilir, yani nasıl "yönetilir"? Bu yolda yapılması gereken ilk iş, herhalde, ülkeyi bu "yeni terörizm"in bakış açısından "temiz" ya da hiç değilse "nötr" olarak değerlendirilebilecek bir alana çekmektir. Ülkeyi hiç mi hiç gereği yokken ve ayrıca yanlışken, "riskli" dairenin içinde tutmanın bir anlamı yoktur. Besbelli ki, başta ABD ve sonra İngiltere bugüne kadar hiç karşılaşmadıkları ve hatta akıllarından bile geçmeyen bir "düşman" ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla kendimize şu soruyu sormamız gerekir: Türkiye'nin "yeni terörizm"in baş düşman bellediği bu iki ülke ile ilişkisini makul bir "soğutma" sürecine sokması gerekmez mi? Radikal'den Gündüz Aktan'ın terörizmin bu zamana kadar "Avrupa"yı rahat bıraktığını hatırlatmasını hatırlamamak mümkün mü? Dolayısıyla Türkiye açısından sahip çıkılması gereken asıl erdem herşeyden önce "tevazu"dur. "Tarih yazma", "büyük oynama" ya da "21. asır Türk asrı olacaktır" gibi "klişeler"i hızla terketmek yapılması gereken ilk iştir... Çünkü herşeyden önce (bugünlerde hep söylendiği gibi!) doğru "teşhis" koymak gerekiyor. Bu "yeni terörizm"in, dünyanın eski çağlardan beri tanıdığı şiddetle ilişkisi çok zayıftır. Bu "yeni terörizm" ne etnik, ne dinsel, ne devrimci, ne de marjinal bir hüviyet taşıyor. Bu terörizm "küreselleşmenin" bir sonucu ve ortadan kalkması da bu "küreselleşme"nin gidişatına ciddi bir çeki düzen vermesine bağlı. Türkiye'nin bu "tez" ve "anti-tez"in başaktörleri arasında bulunmadığını söylemeye gerek yok sanırım. Ülke olarak durduk yerde başımıza büyük bir belayı sarmayalım... Ne yani, sonuç olarak "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" mı diyorum? Tabii ki hayır, böyle bir "atasözü"nü bugün hangi medeni toplum benimseyebilir? Hangi "medeni toplum" insanlığın büyük bir "aile" oluşturduğunu yadsıyabilir? Ama ben, dünyanın "tek süper gücü"nün yanına İngiltere'yi alarak işlediği günahların acısını (göreli de olsa) günahsızların çekmesine karşıyım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |