AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Bayramda Hürriyet'ten 2 BÜYÜK OLAY'

Biz Kronik Medya olarak "Yılın en eğlenceli röportajı"nın bayramın birinci günü yayımlanan ilk bölümünü okuyabildik. Diğer bölümlerini okuyabilmek için gerekli sabrı kendimizde bulamadık doğrusu... Ve dolayısıyla, reklamı günlerce süren bu röportajın okuyabildiğimiz bu ilk bölümünden kısa bir alıntı yaparak, "eğlence"nin ne boyutta olduğunu kısaca sizlere de ispatlamak istiyoruz...

Hürriyet gazetesi bayramda sayfalarına taşıyacağı "2 büyük olay"ı birkaç gün öncesinden duyurmaya başladı.

Bu "2 büyük olay"ın ilki, "Yılın en eğlenceli röportajı" olarak takdim ediliyordu. Cem Yılmaz ve Erman Toroğlu başbaşa vererek Hürriyet okurlarına bayram hediyesi kabilinden bir röportaj sunacaklardı.

"2 büyük olay"ın ikincisi, bize sorarsanız, ilkinden de "eğlenceli"ydi...

Hürriyet bu "olay"ı da, 23 Kasım Pazar tarihli sayısından başlayarak sürmanşetten şu başlıklarla duyuruyordu:

"Mezara giden suikast emri / MHP Lideri Alparslan Türkeş, 1993 yılında bir kişiyi öldürtmek için bir infaz timi kurdurdu." ; "Türkeş'in 'vurun' dediği kişi kimdi" ; "Ölüm timinde kimler vardı".

Görüyorsunuz; iki büyük terör eylemiyle sarsılan bir ülkenin en büyük gazetesinin aklına bundan daha iyi bir "bayram hediyesi" gelemez herhalde! "İnfaz timi", "suikast", "ölüm timi", vesaire...

İsterseniz şimdi de, ilkinden başlayarak, Hürriyet'in bayramda okurlarına armağan ettiği bu "2 büyük olay"ı biraz daha yakından inceleyelim:

"Yılın en eğlenceli röportajı" denen röportaj, doğrusu, hiç de "eğlenceli" değildi... Tamam, röportajın bir ucunda bulunan Cem Yılmaz'ın ülkede artık sıkça rastlanan "tek kişilik gösteri" denilen gösteri türünün sahici tek temsilcisi olduğu muhakkak... Ama ne yazık ki, "Yılın en eğlenceli röportajı"nda bu çok yetenekli, izleyenleri gerçekten gülmekten kırıp geçiren komedyenin karşısına yerleştirilen zat, tam tersine özelliklerle donanmış birisi! Dolayısıyla bu ikilinin birlikte ortaya "eğlenceli" bir şey çıkarabilmesi işin tabiatına ters... Erman Toroğlu'nun "eğlence" faslında ortaya koyduğu performansı hatırlamayanımız var mı? (Özellikle de, bir televizyon kanalında bir müddet yayında kalan ve izleyen hemen herkese televizyon ekranını kırdırmasına az kalan o 'duruşmalı' özel programı hatırlayın!) Toroğlu'nın izleyiciyi güldürdüğü anlar hepten yok değil; ama dikkat edin, bu "güldürmeler"in tamamı Toroğlu'nun iradesi dışında gerçekleşiyor!

Biz Kronik Medya olarak "Yılın en eğlenceli röportajı"nın bayramın birinci günü yayımlanan ilk bölümünü okuyabildik. Diğer bölümlerini okuyabilmek için gerekli sabrı kendimizde bulamadık doğrusu... Ve dolayısıyla, reklamı günlerce süren bu röportajın okuyabildiğimiz bu ilk bölümünden kısa bir alıntı yaparak, "eğlence"nin ne boyutta olduğunu kısaca sizlere de ispatlamak istiyoruz:

Röportajın "'Balta'lı muhabbet" başlığı taşıyan bu bölümünde, Toroğlu canlı yayında bir gün birlikte program yaptığı "Şansal"a niçin "Her gün seks yaparsan çocuk olmaz Şansal" dediğini açıklıyor: "Şimdi seks yaparken o kadının belli âdet günleri var. (...) Benim birader kadın doğum mütehassısı. Bir gün otururken hastanede... Şimdi kadının yumurtlama günü o 7 gün ya... Bunun üç günü daha tehlikeli veya 2 günü. Şimdi kadının bu yumurtlama gününde, kadının ısısı 37.5'tan 38.5'a çıkıyor. Yani önce kadına takacaksın dereceyi, sonra çalışacaksın. Bu net bir olay..."

Toroğlu'nun açıklaması bu merkezde devam edip gidiyor....

Nasıl buldunuz, gerçekten de "yılın en eğlenceli röportajı" değil mi?!

Şu ifadenin ne kadar "eğlenceli" olduğuna bakın: "Yani önce kadına takacaksın dereceyi, sonra çalışacaksın."

Kadınların bu özel günleri için verdiği vücut ısısına da dikkat: "37.5'tan 38.5'a çıkıyor."(!)

İşte böyle.... İsterseniz şu tatil günü sizin daha fazla tadınızı kaçırmamak için Hürriyet'in bayramda okurlarına sunduğu "2 büyük olay"dan birincisini burada keselim..

Gelelim "2 büyük olay"ın ikincisine:

Bir kere herşeyden önce bu "olay"ın altındaki imzadan belli ki, "büyük" denilen olay bu kez de o sıfatı haketmiyor... Bu büyük olayı Hulusi Turgut kaleme almış. "Hulusi Turgut" kim mi? Doğrusunu söylemek gerekirse, onun kim olduğunu Hürriyet mutlaka biliyordur ama biz bilmiyoruz! Bizim açımızdan "Hulusi Turgut" gerçekten "esrarengiz" bir gazeteci... Kadrosu hangi gazetededir, ne tür bir gazetecidir, sürekli "Devlet" merkezli röportajlar yapmasının nedeni nedir, kimin nesidir bilmiyoruz... Ama arada bir, hem de bu son "dizi"de olduğu gibi, "kritik" konularla ilgili yazılarıyla (hem de büyük gazetelerde) kendisini göstermeyi, adını unutturmamayı bilmektedir.

Bize göre, "Hulusi Turgut"un (gördüğünüz gibi, gazetecinin adını bir "marka"ymışcasına tırnak içinde yazıyoruz!) "Mezara giden suikast emri" (en etkili başlığı seçiyoruz!) adlı yazı dizisi de, diğerleri gibi tamamen "naylon" tabir edilen türden bir yazı dizisi... Nitekim esrarengiz gazetecinin "yazı dizileri"ndeki bu özelliği bu sefer Hürriyet de anlamış olacak ki, "Mezara giden suikast emri" yazı dizisinde kimin "mezara gideceğini" hiç değilse üç beş gün okurlarından gizleyerek okurlarını bir "beklenti" içine sokmaya çalışmış...

Neyse, gazete nihayet bayramın üçüncü gününde Türkeş'in ortadan kaldırılmasını emrettiği kişiyi açıkladı da, Hürriyet okurlarını günlerdir saran "merak" da böylece ortadan kalkmış oldu. Meğer Türkeş kimin ortadan kaldırılmasını mı emretmiş? Kimin olacak, Abdullah Öcalan'ın....

"Bayramda Hürriyet'ten 2 büyük olay"(!)

Alın size iki büyük olay!

Gazete sanki okurlarıyla alay ediyor.... (K.B.)

  • Bir habercilik şaheseri: Bingöl'de olup biteni Washington Post'tan öğrenmek!

    Washington Post'un Türkiye muhabiri Karl Vick'in "bizzat Bingöl'e giderek" teröristlerin "arkadaşları ve akrabalarıyla konuşup kaleme aldığı yazı"dan gazetelerimizde ilk söz eden Hürriyet'ten (18 Kasım) Sedat Ergin oldu.

    Vick'in Türk meslektaşlarının ancak bir hafta sonra akıllarına gelen (bkz. Savaş Ay'ın 27 Kasım tarihli Sabah'taki haberi) bu haberciliğinden daha sonra birkaç köşede daha söz edildi.

    İşte Sabah'tan (27 Kasım) Soli Özel, "Bingöl'den Amerika üzerinden haber almak!" şeklinde özetleyebileceğimiz bu gerçekten "komik" duruma değiniyor:

    "Üst üste gelen terörist saldırılar Türkiye'yi olduğu kadar dünyayı da sarstı aslında. Türkiye gibi bir ülkede bu olayların gerçekleşmesi kadar, intihar saldırılarını düzenleyenlerin Türk oluşu da dikkat çekti. Dolayısıyla böyle hunharca eylemleri gerçekleştirenlerin kimlikleri de merak konusuydu. Beklenen, bu işi gerçekleştirenlerin hikayelerinin Türk medyasından dünyaya aktarılmasıydı. Sonuçta Washington Post gazetesinin muhabirinin Bingöl'den geçtiği haberi Türk gazeteleri kullanmak durumunda kaldılar. Türkiye'de gerçekleşmiş bir olaydaki en önemli hikayelerden birisini Amerikan gazetesinden aktararak Türk toplumuna nakletme ayıbı da böylece yaşandı..."

    Soli Özel durumu çok güzel özetlemiş doğrusu...

    Bu arada madem konu açıldı, benzer bir gözlemi de biz ekleyelim:

    Gürcistan'da, yani pek çok Gürcü kökenli vatandaşı olan Türkiye'nin "burnunun dibinde" olan bir ülkede olup bitenleri Türk medyası acaba hangi kanallardan izliyor dersiniz? Amerika üzerinden mi, yoksa Avrupa ya da Moskova üzerinden mi? İsterseniz açın bakın Tiflis'ten gelen haberlere; göreceksiniz ki bütün bu kanallar açık ama Tiflis kanalı maalesef kapalı! Öyle "tembel", öyle "hazırcı" bir medya ki, az biraz gayret edip bir muhabirini Tiflis'e göndermeye bile üşeniyor.... (K.B.)

  • Askerlere, 'Meclis'in çağrısına uymayın' diyen 'demokrasi savaşımcısı' gazeteci

    Bayram günlerinin rehaveti içinde gözümüzden kaçmadıysa, Cüneyt Arcayürek'in "Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler" dizisinin "28 Şubat sürecini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seren" 11. kitabının ilk tanıtımını yapmak, Hürriyet'ten Turan Yılmaz'a nasip oldu.

    Turan Yılmaz, zamanın cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, zamanın başbakanı Erbakan'dan "Bizim Rafsancani" diye söz etmesini öne çıkaran bir tanıtım yazısı yazmış. Fakat ana haberin yanında, küçük bir "çerçeve"de sunulan bilgi bizim açımızdan çok daha önemli, çünkü o bölüm bir "medya mensubu"yla ilgili…

    Hatırlayın, dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kurulan "Susurluk Komisyonu"nda ifade vermeyi reddetmiş, generalin bu tutumu komisyonda "millet iradesine saygısızlık" olarak değerlendirilmişti…

    Arcayürek'in son kitabından öğreniyoruz ki, bu çorbada onun da tuzu varmış. Haberde yer alan "Gazeteciden generale Susurluk tavsiyesi" başlıklı çerçeveden aktarıyoruz:

    "25 Ocak 1997 tarihinde saat 19.00-22.15 arasında Gazi Orduevi'nde yemek yeniliyor. Yemekte, iki sivil, iki de asker karşılıklı durum değerlendirmesi yapıyorlar. Sivillerin ikisi gazeteci. Birisi, Cumhuriyet Gazetesi'nin şimdiki Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, diğeri ise aynı gazetenin köşe yazarı Cüneyt Arcayürek. Karşılarında ise Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak ile Genelkurmay Halkla İlişkiler Başkanı Albay Hüsnü Dağ yer alıyor. Diyalog şöyle:

    "ARCAYÜREK: Bunlar (RP) ordu ile Susurluk konusunu birleştirmek istiyorlar. Şöyle: 'İşte biz generalleri çağırdık, ayağımıza geldiler, sorguladık' diyecekler.''

    General Özkasnak: 'Bizim saptamamız da bu. Ama Koman Paşa gitmeyecek komisyona.'

    CA: 'Yazı ile yanıt versinler. Sonra ordunun Susurluk'la ne ilgisi var ki... TSK'da Söylemez çetesini tasfiye ediverdi.''

    Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde, samimiyet daha da ilerliyor ve Arcayürek Özkasnak'a soruyor:

    ''Darbe yapacaksanız, ya da herhangi bir müdahaleye hazırlıklı mısınız?

    General Özkasnak: Biz hazırlıksız hiçbir şey yapmayız.'' (A.G.)

  • 'Millî' haberlerde 'biz'li dil…
    Dünden Bugüne Tercüman'da bir Kıbrıs haberinin birinci sayfa versiyonu:

    "BİR VİRANENİN BEDELİ 1.6 TRİLYON LİRA… Girne'deki evini kullanamadığı iddiasıyla Türkiye'yi Avrupa'da tazminat ödemeye mahkûm etiren Titina Loizidu'ya, 1.1 milyon dolarlık çek verdiğimiz iddia edildi… Avrupa Konseyi'ndeki oy hakkımızın alınacağı tehdidiyle karşı karşıya kalmamıza yol açan bu davanın, diğer Rumlar için emsal olup olmayacağı ise netlik kazanmadı…"

    Çetin Altan, bir zamanlar gazetecilerin "Türkiye"den ya da "Türkiye Cumhuriyeti Devleti"nden söz ederken "biz" demelerinin hangi bilinçdışını yansıttığı üzerinde çok dururdu. Nedense vazgeçti artık bundan…

    Mesele basit: Devletle özdeşleşmeyi yansıtan bu refleks, özünde bir "sır ifşa etme" mesleği olan gazeteciliğin bu niteliğini kuşkulu hale getirir… Kendi devletinden "biz" diye söz eden, hissiyatı o yönde olan bir gazetecinin, devletin "tatsız" uygulamalarını "objektif" bir biçimde haberleştirebileceğini düşünebilir misiniz?

    Tercüman'dan aktardığımız bu tipik "biz" dilli haberi yazan muhabirin hakkını yememek için belirtelim: 12. sayfada yer alan haberin aslı "gazeteci dili"yle kaleme alınmış. Haberde "biz" yerine "Türkiye, Ankara" gibi özneler kullanılıyor ve her türlü duygusal ifadeden titizlikle kaçınılıyor.

    Yani "dünden bugüne" muhabirler değişmiş ama birinci sayfacılar hiç değişmemiş. (A.G.)


    30 Kasım 2003
    Pazar
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED