AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Medya, AKP ve piyasanın karnesi...

Irak Savaşı'nın ülke üzerinde etkileri alabildiğine sürüyor. Siyasi iktidarın sıkıntılı günler geçirdiğini görmezden gelmek mümkün değil. AKP değişken tavırları nedeniyle kimseyi memnun edemedi. Savaş karşıtları için savaşın, savaş yandaşları için ise Türkiye'nin savaş dışı kalmasının sorumlusu haline getirildi.

Böyle ortamlarda türlü siyasi hesaplar, manipülasyonlar, ideolojik takıntılar ortalıkta kol gezer.

Nitekim öyle oluyor...

Türkiye'yi savaşın içinde görmek isteyenler işi AKP'yle topyekün hesaplamaya kadar götürüyorlar. ABD'nin Irak'ta zorlandığı her gün faturayı AKP'ye kesiyorlar ve Türkiye için felaket senaryoları üretiyorlar.

Merkez medyadan yükselen, siyasi iktidarın Türkiye'yi ABD'den ve Avrupa'dan koparmak için bilinçli bir tavırsızlık ürettiği iddiaları; piyasaların yaşadığı gerginliği bir felaket senaryosuna dönüştürmeye çalışan yayın politikalarıyla atbaşı gidiyor.

Şu son derece açık; AKP "bu tür" eleştirileri haketmiyor.

Bu denli kötü niyet taşıyan eleştiriler aslında eleştiri olmaktan çıkıyor, kendilerini ifşa ediyorlar. Dahası Türkiye'yi ciddi bir iç siyasi krizin eşiğine doğru sürüklüyorlar.

Dünyada olup biteni anlamaktan uzak "aşırı milliyetçi" ve "faydacı" analizlerin arkasında bu tür adımlar ve güdüler yatıyor. Bu güdü ve adımlar, eleştiriyi, siyasi algıyı ve siyasi hayatı tekel altına alarak, diğer eleştiri ve görüşlerin sesini kısarak, onları kendi içinde yer almaya zorlayarak eski kutuplaşmaları yeniden üretmeye çalışıyorlar.

Tayyip Erdoğan'ın iki gün önce yaptığı "Ulusa Sesleniş" konuşması da, aslında bu ortamı değiştirmeye, bu girişimleri durdurmaya yönelik bir konuşmaydı. Bu konuşmada Erdoğan hem kendisini savunmuş, hem basını eleştirmiş, hem kamuoyuna ve piyasaya olumlu mesajlar vermeye çalışmıştı.

Ancak özellikle iktidarda olanlar için eleştiriye sadece eleştiriyle yanıt vermek genellikle olumlu sonuç vermez...

Başka bir deyişle Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının bu tür girişimleri bertaraf etmeye çalışmaları ne kadar doğruysa, bu tür eleştirilerin arkasına gizlenerek kendilerini tümüyle aklamaya çalışmaları o denli yanlıştır.

Zira, kötü niyet taşıyan girişimler bir yana itilecek olursa, AKP politikaları gerçekten tartışılmaya ve eleştiriye muhtaçtır.

Bu çerçevede, birkaç gün önce bu köşede yayınlanan "Krizin Siyasi Bilançosu" başlıklı yazıda şu hususların altını çizmiştik.

1. Türkiye'nin savaş karşısında bulunduğu bu noktaya AKP'nin bilinçli ve ilkeli politikalarıyla gelinmemiştir.

2. Kuzey Irak'a Türk askeri sokma konusunda ABD'nin açık direnciyle karşılaşan, yani ilk yaptığı mutabakattan geri düşen AKP gelinen noktadan pek memnun değildir...

3. AKP yönetimi bir "kriz politikası"na sahip olmamıştır. Sorunu sadece bir Irak meselesi ve ABD'yle ilişkiler olarak algılamış, gelişmelerin arkasında yatan ana unsurları, global politik değişimleri ve muhtemel sonuçlarını analize girişmemiş, dolayısıyla Türkiye'ye buna uygun bir konum biçmemiş ve bu konuma uygun politika geliştirme çabası göstermemiştir.

İşin bir de "kriz yönetimi" yönü var...

Doların fırlaması, borsada yaşanan tedirginlik ve özellikle reel faizlerin yüzde 45'lere çıkmasıyla son günlerde sarsıntı geçiren piyasalar ve bu konudaki "hararetli tartışmalar" kriz yönetimi meselesinin tam merkezinde yer alıyor.

Şunu görmek gerek:

Türkiye devasa kamu borçları bulunan ve bu borçları çevirebilmek için yeniden borçlanmak zorunda olan bir ülke. Bu düzende en büyük sektör kamu ekonomisi, dolayısıyla kamu ekonomisinden gelecek sinyaller piyasalar için önemli.

Bu çerçevede son yaşanan krizin AKP'nin yarattığı 6 milyar dolarlık ABD yardımı beklentisiyle, bu konuda hükümetten gelen çelişkili mesajlarla ve bunun gerçekleşmemesi üzerine doğar güven bunalımıyla yakın ilişkisi olduğu açıktır. Zira güvenin sarsıldığı bu tür bir ekonomide reel faizlerin yükselmesi de kaçınılmazdır.

Başka bir deyişle hükümet güven krizini büyük ölçüde kendi hatalarıyla yaratmıştır.

Önümüzdeki dönemde bunun muhasebesini iyi yapması ve benzer hataların içine düşmemesi hayatidir.

Ancak bu noktada tekrar yazının başındaki yıkıcı eleştiri meselesine ve onun araçlarına dönerek, piyasalar açısından tek sorumluluğun hükümette olmadığını belirtmek de gerekir...

Zira dolar ve borsadaki sarsılmanın düşük hacimli, dolayısıyla manipülatif, piyasaların ise az katılımlı ve sığ olduğu açık. Bu çerçevede piyasadaki tepkilerin sadece ekonomik değil politik ve spekülatif nitelik taşıdığı da görmezden gelinemez.

Nitekim Erol Katırcıoğlu'nun Cumartesi günkü yazısında vurguladığı gibi, piyasaların ABD ile ilişkilere normal olmayan bir şekilde ve aşırı odaklanması, salt spekülatif kâr maksimizasyonunu önemsemesi, ülke ve sorunlarından ve toplumdan tümüyle kopuk davranması da ciddi bir "sorun" ve "sorumluluktur"...

Kimse unutmasın hepimiz aynı gemideyiz...



26 Mart 2003
Çarşamba
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED