|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
artık anlaşın bari!
"Taban fiyatları" konulu haberle önce Hürriyet'te karşılaştık. Gazetenin Bağdat'ta bulunan muhabiri Faruk Zabçı, "İmam 'öldürün' dedi, Saddam para vaat etti" başlıklı haberinde Saddam'ın Amerikan savaş araçları ve askerlerinin başına koyduğu "ödül"den söz ediliyordu. Zabçı, bu "ödül"lerin dökümünü "Taban fiyatları" başlığı altında şöyle vermiş:
"Savaş uçağı: 100 milyon dinar (33 bin dolar)."
Gördüğünüz gibi epeyce büyük "ödüller" doğrusu... Basit bir hesapla Saddam'ın bu işe milyarlarca dolar ayırması gerektiği besbelli... Demek ki parası vardı ama halkından saklıyordu... Zabçı'nın verdiği bu listenin inandırıcıktan tamamen yoksun olduğu, "liste"de yer alan "Canlı pilot ya da asker" ile "Ölü pilot ya da asker" başına kanan ödüller karşılaştırıldığında ortaya çıkan fevkalade "serbest" kurdan da belli! Düşünsenize; ilk ödül "50 milyon dinar", yani "16.5 bin dolar"ken, ikinci ödül birincinin yarısı dinar, yani "25 milyon dinar"ken nedense "16.5 bin dolar: 2 = 8,25 bin dolar" değil de, "11 bin dolar" tutuyor... Demek ki, dinar / dolar paritesi söz konusu "ödül" "canlı"dan "ölü"ye geçerken hızla değer kazanıyor! "Taban fiyatları" haberi bundan ibaret değil; arkası da var: Milliyet gazetesi de bu "ödül" listesiyle ilgilenmiş. Onun haberi de şu başlığı taşıyor: "Saddam'dan uçak düşürene 58 milyar". Gördünüz mü; Hürriyet'in uçak başına dağıttığı "33 bin dolar"lık ödül milliyet'e gelinceye kadar pul olmuş ve hepsi hepsi "58 milyar"a inmiş! Oldu olacak, belki merak edersiniz diye Milliyet'in makul bulduğu "ödül" listesini de verelim:
Uçak: 100 milyon dinar – 58 milyar TL.
Bu durumda biz asıl Hürriyet muhabirinin savaş sonrası gazeteye takdim edeceği faturadan dolayı endişeliyiz. Zabçı eğer dinar / dolar hesabını "ödül" listesinde olduğu gibi yapıyorsa (yani aşağı yukarı şöyle bir fatura: Bir 'mayonezli sandviç" = Bin dolar"!) Hürriyet yandı demektir! (K.B.) Ne haberler var ama yoklar... Bir savaş, büyük bir savaş ne demek? Hayatımızın her alanını etkileyen büyük bir savaş gazetecilere ne kadar zengin bir haber-analiz malzemesi sunar... Ama bunun için "bombaların anası" şehvetinden biraz sıyrılmak, "teknoloji harikaları"nın dışında da yazılmaya değer şeyler olduğunu (olabileceğini) arada bir düşünmek gerek... Gerisi gelir... Vatan'ın (23 Mart) "Vahşi çelişki" başlığıyla sunulan sürmenşeti, işte böyle bir gazeteciliğin yansıması olarak göründü bize. Gazete, savaşın başladığı gün New York Borsası'ndaki büyük "yükseliş"i analiz ediyor sürmanşetinde... Okuyalım: "VAHŞİ ÇELİŞKİ... Irak korkunç savaşın dehşetini, dünya zenginleri ise servetlerine servet katmanın keyfini yaşıyor... Bombalar düştükçe, tanklar ilerledikçe petrol fiyatı geriliyor, dünya borsalarında hisse senetleri tavan yapıyor. İngiltere'de borsa bir haftada tam yüzde 17.5 yükseldi. (...) New York Borsası'ndaki artış ise yüzde 13.3'ü buldu. (...) Uzak Doğu borsalarında da bayram havası yaşanıyor." BORSAYI ASKERLER KAPADI
Milliyet yazarı Ece Temelkuran da 24 Mart tarihli yazısında "vahşi çelişki"yi yorumluyor. Temelkuran, Vatan'ın haberinde göremediğimiz ilginç ayrıntılar da veriyor: "Bu savaşın en tiksindirici görüntüsü neydi? Yüzü yanmış çocuklar mı? Bush'un tartışmasız salak suratını acıklı açıklamaya hazırladığı sırada saçlarını taratırken yakalanması mı? Bazı Türk televizyonu ekranlarından salyalar fışkırtarak 'Barış eylemcileri vatan hainidir' diye bağıran çıldırmışlar mı? İzleyenleri 'uzman manyağı' yapmak üzere hazırlanmış canlı yayınların dilinin gitgide 'ABD daha iyi nasıl vurur?' psikopatlığına sarması mı? Bağdat sığınaklarında yüzleri darmadağın olmuş çocuklar 'Korkuyoruz' diye bağırırken ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in 'Irak halkını özgürleştiriyoruz' derken neşesini gizleyememesi mi? (...) "Bu savaşın en tiksindirici görüntüsü New York Borsası'nın cuma günkü kapanışıydı. Kaçırmış olanlar olabilir. Şöyle oldu: New York Borsası son yirmi yılın en büyük tırmanışını yaptı. Silah sanayiinin hareketlenmesi ile birlikte borsa bayram etti. Peki çocuklar kadar şen New York Borsası ne yaptı? Kıymet bilir, vefalı borsacılar, ABD ordusundan asker kankalarını çağırıp bu mutlu borsa gününün kapanış çanını, bir teşekkür mahiyetinde, komutanlara çaldırdı. "Bir komutan kapanış çanını kahkahalar atarak çalarken borsanın ileri gelen pislikleri de komutanı alkışlıyor ve kahkahalarını yükseltiyordu. O sırada Bağdat'ta sirenler çalıyor, çocuklar, ABD borsalarını yükselten bombalardan kendilerini asla koruyamayacak olan sığınaklara koşuyordu. Irak halkı gebere gebere 'özgürleştiriliyor', savaştan kâr eden alçaklar sevinçlerini saklamaya bile gerek duymuyordu. 'Katiller el ele, mutlu günlere!' tablosu sakız gibi uzuyordu. Bu, bir insanın hayatı boyunca görebileceği en tiksinti verici, en alçakça, en insanlık dışı manzaraydı." (A.G.) İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR Arseven dikkatimizi çekiyor! İzlediniz mi bilmem... NTV'nin canlı yayında, "yaşadığımız sıkıntıların kaynağını" gözler önüne seren bir "olay" yaşandı... "İlgi duyduğu" meseleleri "derinlemesine" inceleyen mahir televizyoncu Oğuz Haksever ve Deniz Kuvvetleri komutanlarımızdan emekli Oramiral Salim Dervişoğlu'nun, "ezan" ile "tekbir"i ayırt edememelerine "şaşırmadım" dersem, yalan olur... Hatırı sayılır mevkilere ulaşmış olan bu iki ismin, bombardıman altındaki Bağdat'ın camilerinden yükselen "tekbir"i, "ezan" zannetmeleri, hitap ettikleri toplumun "değerlerine" ilgi duymadıklarını düşündürüyor... Biz, İstanbul-Sultanahmet'te okuduk... Oradan gelen tecrübeyle biliyoruz ki, bırak "aydınları", Sultanahmet'in ucuz otellerinde konaklayan "bitli turistler bile", ikinci haftanın ortalarında ezberlerine alıyorlardı, ezanı!... Din istismarı!.." Durumun vahâmetini artıran bir de "değerlendirme" vardır. Uyarı üzerine minarelerden yükselen sesin "tekbir" olduğunu öğrenen emekli amiralimiz, bu sefer de böyle hallerde tekbir getirmenin "din istismarından" başka bir şey olmadığını öne sürüyordu!.. Neyse ki, o anda, "hassasiyet sahibi" izleyicilerden birinin mesajı ulaştı, Haksever'e... O sayede öğrendiler, Bağdat'ta bir "sünnetin" uygulandığını... Baltayı taşa vurduğunu anlamıştı, Dervişoğlu... "Bu yaşa kadar, böyle bir usûlün varlığından haberdar olmadığını" söyledi. Özür diledi. Demek ki, paşamız iyi niyetli de... Bilgi eksikliği, yanlış bilgilendirme ve şartlandırılma gibi olumsuzluklardan dolayı, maksadıyla uzaktan yakından alâkalı olmayan değerlendirmelerde bulunabiliyor... Hiç şüphe yok ki, başörtülü hanımları "istismarcılıkla" suçlayan arkadaşlarının da sıkıntıları bu noktada!.. İçinde bulundukları toplumun temel hassasiyetlerini tam olarak bilmiyorlar!.. Bu da, birlik ve beraberliğimizi olumsuz yönde etkiliyor, haliyle... Bölünme, dağılma endişesini tırmandırıyor!..
"Biz değil, Uras söylüyor..." Gazetelerimizin ve TV kanallarımızın bir bölümü, Irak Savaşı ile ilgili yayınlarda ABD güçlerini öve öve bitiremiyor ve olan biteni ABD gözü ile bizlere veriyor. Yayıncılar da art niyet, kötü niyet arayamayız ama ortada bir gerçek var...Sabahtan akşama ABD'nin ne yiğit savaşçı olduğu anlatıla anlatıla bitirilemiyor. Yazarlar ve konuşmacılar her şeyi Amerikalılardan daha iyi biliyor...Uçak gemilerini, uçakları, silahları, bombaları, isimleriyle, güçleriyle ve sayıları ile ezbere sıralıyor... ABD askerlerinin nereden nasıl yürüyeceklerini, ne yapacaklarını anlatıyor... Hangi hedefin, hangi uçaktan atılacak, hangi füze ile nasıl yok edileceği ballandırıla ballandırıla hikaye ediliyor... Bu tabloda anlaşılamayan bir nokta var? Yazarlarımız, konuşmacılarımız "kimden yana ve neyin peşinde?" Biz ABD güçlerinin Irak'ı yıkıp yakmasını, sonra da Irak'a gelip oturmasını mı istiyoruz? Türk halkının tek derdi bu mu? Savaşta bir yanda ABD'nin güçlü silahları ve güçlü askerleri var... iyi de... Karşı yanda kim var? Bu askerler, bu silahlarla kimi vuruyor? Bu bombalar nereleri yıkıyor, kimi öldürüyor?
Goebbels'i 'rahmetle' anmak! Hürriyet'te yer alan "Atıf Hoca'nın Not Defteri" sayfasından: "Amerikalılar propagandayı bilimsel olarak incelemeye İkinci Dünya Savaşı sırasında Goebbels'in propaganda taktiklerini gördükten sonra başladılar. Daha sonra Goebbels'in taktiklerini sınıflandırdılar, etkilerini araştırdılar, rahmetli Goebbels'in ruhuna rahmet okutacak yeni teknikler geliştirdiler..." Dünyanın halini görüyorsunuz.... Goebbels'in ruhuna "rahmet" okumak sonunda bir iletişim profesörüne kısmet oldu! (K.B.) Münasebetsizlik Hürriyet (24 Mart) başsayfa manşet: "Good-bye Mardin"(!) "5 gün önce Mardin Nusaybin'e yerleşen 300 ABD askeri, oluşturdukları lojistik destek merkezini dün boşaltıp, 'Hoşça kal' diyerek ilçeyi terk etti."
İyi güzel de niçin "Good-bye", ne münasebetle?
Endişelenmeyin, "Bu olaylar aynen iklim gibidir"!
Sabah gazetesi dün (25 Mart) dokuzuncu bölümü yayımlanan bir "dizi" yayımlıyor. Dizinin yazarı Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel. Dizinin başlığı da şöyle: "Hasta Adam'dan 'Dünya Devleti'ne". Türkiye'nin özellikle de şu günlerde içinde bulunduğu şartlar hatırlandığında, insanı bayağı gülümseten bir başlık... Ancak Sabah'ın bu yeni "dizi"sinin nasıl kotarıldığını anlamak epeyce zor. Şöyle ki: Bir kere herşeyden önce bu "dizi" Demirel ile yapılan bir mülakatın çözümü sonucu mu ortaya çıkmaktadır, yoksa dokuz gündür okuduğumuz bu bilgiler doğrudan Demirel tarafından mı kaleme alınmaktadır, doğrusu hiç mi hiç belli değil... "Dizi"yi biraz yakından inceleyince, insanın eli daha çok ikinci seçeneği işaretlemeye doğru gidiyor... "Dizi"nin bir diğer ilginç yanı da, "Hasta Adam'dan 'Dünya Devleti'ne" gibi iddialı mı iddialı bir başlığı kapmış olan bu yazıların neredeyse tamamının "tezkere" meselesinin değerlendirilmesine tahsis edilmesi... Yani ortada ne "Hasta Adam"dan, ne de "Dünya Devleti"nden eser var! "Dizi" ülkenin siyasi gündemini o derece yakından izliyor ki, geçen gün bu sıkı takip karşısında şaşıp kaldık... Demirel, sanki akşam saatlerinde masaya oturarak "tezkere"nin o gün içinde başından geçen hikayeyi kaleme alıp vakit geçirmeden Sabah'a postalamış, baskıya yetiştirmiş gibiydi... Neyse... İsterseniz sözü, okumamakla çok bir şey kaybetmediğiniz bu "dizi"den aldığımız tam "Demirelvari" birkaç satırla kapayalım. Demirel şöyle yazıyor(?): "Mart 9'unda kar yağınca, 'Bu kar da nereden çıktı?' demiyor ve sabah karı görünce 'Mart 9'un icabıdır, ondan yağmıştır' diyorsak, ülkemizin içiçe yaşadığı meseleler karşısında da moralimizi kaybetmememiz, yani bunların altında ezilmememiz lâzımdır. Bu olaylar, aynen iklim gibidir; bu coğrafya da, dünyanın en güzel coğrafyasıdır." Dokuzuncu Cumhurbaşkanı olup biteni ne güzel açıklamış değil mi?!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |