AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Yeni-pagan ve yeni-barbarların "askerî zorbalık düzeni",
Yeni Roma ABD'yi de çökertecek!

Batı'yı adeta tanrılaştıran, Batı'dan gelen her şeyi kutsayan Türkiye'nin entelektüel, analitik ve eleştirel melekeleri körelen elitleri ve "aydın"ları onyıllardır Batı'yı, Batı kültürünü ve uygarlığını "Batı her şeydir" diyerek ve putlaştırarak beynimizi hadım ve târumâr ettiler.

Oysa Batı uygarlığının tarihi, yaratıcı kültür, sanat, bilim ve düşünce atılımlarının gerçekleştirildiği bir tarih olduğu kadar, barbalıklarla, savaşlarla, yıkımlarla dolu kanlı bir tarihtir de. Bizzat Batı ülkelerindeki tarih kitaplarına baktığınızda bile bu gerçeği görebilirsiniz ama bizde göremezsiniz!

Batıya karşı körkütük bir düşmanlık besleyen biri değilim: Antik Yunan düşüncesinin, Rönesans'ın, bilimsel devrimlerin, siyâsî devrimlerin, sanayi devrimlerinin, aydınlanma ve karşı-aydınlanma devrimlerinin önemini altını çizerek vurguluyorum. Bunlar basit şeyler değil. İnsanlık tarihinin önemli kazanımlarıdır.

Ancak bu, madalyonun sadece görünen veya bize gösterilen bir yüzü. Bir de madalyonun gizlenen öteki yüzü var: Bizde Batı uygarlığını putlaştıranlar, Batı'dan gelen her şeyi kutsadıkları ve fetişleştirdikleri için Batı'da gerçekleştirilen bu devrimleri ve atılımları da son derece sığ, sathî, yüzeysel, yanlış ve Batılılardan bile daha fazla Batıcı ve önyargılı bir şekilde anlatıyor ve beynimizi "yıkıyorlar". Oysa bu ilkel Avrupa-merkezcilik veya Batı-merkezcilik, Batı'da bile çoktan çöktü ama bizde hâlâ hâkimiyetini sürdürüyor! Pes doğrusu!

Artık körkütük Batı hayranlığı veya havariliği ya da körkütük Batı saldırganlığı veya düşmanlığı yapmak yerine Batı'yı, Batı kültürünü, düşüncesini, sanatını, özetle Batı uygarlığını bir bütün olarak görmenin ve resmetmenin; fetişleştirdiğimiz, kutsadığımız, sonra da dönüp taptığımız, Batı'da bile karşılığı olmayan, özgüvenimizi sarsan o hayâlî, sahte, ayartıcı, baştan çıkarıcı Batı imgesini ve algısını terketmenin zamanı gelmiştir. Eğer Batı'yı, Batı tarihini ve Batı uygarlık tecrübesini bütün yönleriyle kavrayamazsak, bugün Batı uygarlığının dünyayı sürüklediği felâketlerin tarihsel ve düşünsel kökenlerini de, bu felâketlerin nasıl önlenebileceğinin yollarını da keşfedemeyiz.

Evet Batı uygarlığı yaratıcı bir uygarlıktır; ama aynı zamanda, insanlık tarihinde başka hiçbir medeniyetle kıyaslanamayacak kadar da yıkıcı ve tahripkâr bir uygarlıktır; Schumpeter, Marx ve Adorno, bu gerçeği özlü bir şekilde "yaratıcı ama tahripkâr" ifadesiyle özetlerler.

Bizim Batı-perest ve hayal-perest elitlerimizin ve "aydın"larımızın zihinsel, analitik ve eleştirel melekeleri tarumâr olduğu için göremedikleri ama Batı'da Schopenhauer başta olmak üzere, Husserl, Nietzsche, Heidegger, Whitehead, Karl Krauss, Paul Valery, Ionesco, Goethe, Weber, Simmell, Mumford, Sorokin, Toynbee, Spengler, Dawson, Braudel, Garaudy, Baudrillard gibi sanatçı, düşünür ve yazarların gördükleri yakıcı bir gerçektir bu.

Meselâ Garaudy, Rönesans'la ilgili olarak şu can alıcı saptamaları yapar: "...Hıristiyanlığı Rönesans mahvetmiştir. Rönesans'la birlikte pekçok şey ölmüştür... Rönesans, bir kültür hâdisesi olmaktan çok kapitalizmle sömürgeciliğin eş zamanlı olarak doğmaları demektir. Kapitalizm'le sömürgecilik iç içedirler ve ilâhî olan'a kayıtsız kalan bireyin egemenlik iradesini yüceltirler. Yine her ikisi de, hikmetten (bilgelikten) koparılan bilimi, tabiat ve insanlar üzerinde hâkimiyet kurma heveslerinin kölesi yapmışlardır. İşte tam bunlar olurken, Batı'da egemenliğin yaldızlı putlarına karşı yeni bir tapınma şekli doğmuştur: Sermaye birikiminin zorunlu şartı olan sömürgecilik macerası, Kızılderililerin soykırımıyla başladı. Amerika'da altın hırsıyla kendinden geçen maceracılar, milyonlarca insanı katlettiler ve bütün bir kıtanın medeniyetlerini yok ettiler." (İnsanlığın Medeniyet Destanı, s. 145-46).

Amerika, bugün, petrol, enerji ve doğal gaz yataklarına hâkim olmak için Ortadoğu'da ve Hazar havzasında da aynı şeyi yapmıyor mu?

Yine Edmund Burke, Reflections on the French Revolution'da başlıklı başyapıtında "Fransız Devrimi sırasında Paris sokaklarından oluk oluk insan kanı aktığını" anlatır. Oysa bizde Fransız Devrimi putlaştırılır ama Fransız Devrimi sırasında Fransa'da tam bir terör havası estirilen ve resmî Fransız tarihi kitaplarında "Terör Dönemi" olarak adlandırılan o ürkütücü dönemden hiç sözedilmez bile!

Kan, terör ve savaş, yalnızca Rönesans'ın ve Fransız Devrimi'nin öteki yüzüne hâkim değildir; bütün bir Batı uygarlığı tarihine damgasını vurmuştur. Nitekim büyük tarihçi Braudel bu gerçeği şöyle özetler: "Her şeyin anası savaş (Latincesi: Bellum omnium mater) bütün bir Batı medeniyetini imal etmiştir... Modern devlet, savaşın yeni ve emredici gereklerinden doğmuştur." (Uygarlıkların Grameri, s. 353).

Tarih felsefecisi Dawson, Roma İmparatorluğu'nun "savaş, yağma ve yolsuzluk üzerine bina edilmiş bir imparatorluk tecrübesi" olduğunu söyler (Progress and Religion, s. 224). McNeill de "Roma'yı, askerî zorbalık düzeni çökertmiştir" der (Dünya Tarihi, s. 313).

Dawson, 1929 yılında Avrupa'nın çöküşünü önceden görmüş bir düşünürdür: "Eğer Avrupa, dünyada barışı, adaleti, düzeni sağlamanın yollarını araştırmak yerine tahripkâr ve bencil Roma askerî ve emperyalist militarizmiyle hareket edecek olursa çökmekten kurtulamaz" (s. 227).

Dawson burada Amerika'nın çöküşünü de haber veriyor gibidir.

Eski Roma'nın da, Avrupa'nın da, Yeni Roma Amerika'nın da dünya üzerinde kurduğu hegemonyalar, "askerî zorbalık düzeni"ne dayanan "her şeyin anası savaş" barbarlığı ile kurulmuş hegemonyalardır. O yüzden Amerika dünyaya adâlet, barış ve hakkaniyet ilkeleri ile değil, tahripkâr ve bencil Roma askerî ve emperyalist militarizmiyle çeki düzen vermeye çalışıyor. Ancak bunun, sonunda, tıpkı Roma ve Avrupa tecrübelerinde olduğu gibi neo-pagan ve neo-barbar Amerikan hegemonyasının sonunu hazırlayacağını görmek için kâhin olmak gerekmiyor: Tarih, bunun canlı tanığı değil mi?

Bu yakıcı gerçekler gün gibi ortada iken nasıl oluyor da hâlâ Batılıları bile şaşırtan bir Batıcılık yapıyor ve Batı'yı bu denli kutsama ve putlaştırma aymazlığı gösterebiliyoruz ve "savaşta doğrudan Amerika'nın yanında yer almadığı için hükümet bizi acaba gizlice Batı yörüngesinden koparmaya mı çalışıyor?" gibi ahmakça soruları nasıl sorabiliyoruz anlayabilmek çok zor gerçekten!


26 Mart 2003
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED