AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Kıbrıs'ta bir gün

Cumartesi günü, Bilim Araştırma Vakfı'nın düzenlediği "Kıbrıs'ta Gerçek Çözüm" başlıklı bir toplantıyı izlemek üzere Kıbrıs'taydım. Tabii ki Denktaş da geldi ve etkileyici bir konuşma yaptı. Denktaş yürekten konuşuyordu. Bir süredir davasında yalnız kaldığı duygusuna kapıldığı ve tür toplantıların onu duygulandırdığı anlaşılıyordu. Nitekim Anadolu'dan gelen davetlere de katıldığını ifadeyle "Anadolu'daki heyecan bana güç veriyor" diyordu.

Etkili bir konuşma yaptı Denktaş. "Kan kardeşlerim, can kardeşlerim" diye başladığı konuşmadan aldığım notlardan birkaç cümle şöyle:

"Verilen imtihan köle olmak olmamak, kolonize olmak olmamak imtihanıdır.

"20 Temmuz'da Kıbrıs Türkü yeniden doğdu.

"Rumlar silahla yapamadıklarını AB ile yapmak istiyorlar. Kıbrıs'ta iki halk olduğunu kabul etmiyorlar. Çoğunluğun egemenliğinde bir azınlıktan söz ediyorlar.

"Annan planı Türkiye'nin egemenliğini sulandırıyor, ha var ha yok hale getiriyor.

"Kıbrıs Türkü'ne verilen bir hak, Türkiye'nin garantisinde değilse 24 saatte değilse 24 günde, 24 günde değilse 24 ayda işlemez hale gelir.

"Kıbrıs davasını anlamamak için sanki bir komplo var. Bu dava mezata çıkarılamaz.

Binlerce Rum gelip buraya yerleşince kavga çıkar. Kavgayı esas çıkaracak olan mal-mülk edinmedir.

"Anavatan bizimle birlikte olduğu sürece ne eğiliriz, ne bükülürüz.

"Sınırları açtık, AB'ye de girmeye hazırız. Ancak Türkiye'nin haklarını çiğneyerek değil. Türkiye ile birlikte. Türkiye hazır olduğunda. O zaman korkumuz kalmaz. Böylece AB de uluslararası anlaşmaları çiğnemekten kurtulur.

"Hep birlikte ses verirsek AB bir kere daha düşünecektir. Bu haksızlığı nasıl yaptığını düşünecektir.

"Uzlaşma çok kolay: Tek bir söz. AB ve ABD Rumlar'a şunu diyecektir: "Siz Türkler'in de hükümeti değilsiniz."

Denktaş bunları söylüyor. Ancak tüm konuşmasının özünde bir burukluk var. Sözüne yankı bulamayan insanların burukluğu bu. Yalnızlığı artan, davasını anlatmakta zorlanan insanların...

Denktaş'ı en çok Lefkoşa sokaklarına doluşan kendi çocuklarının tavırları üzmüş olmalıdır. Belli ki onun için "Anadolu'daki heyecan" onun güç kaynağı oluyor.

Şunu düşündüm orada, acaba kendi heyecanına yankı oluşmamasında kendisinin payı var mıdır?

Kıbrıs'ta sınırlar açıldıktan sonra en çok şu gözlem anlatılıyor:

-Türk tarafına geçen Rumlar en çok kiliseleri ziyaret ediyor, oysa Rum tarafına geçen Türkler herhangi bir cami veya türbeyi ziyaret etmiyor.

Bu gerçek mi?

Ve bu gerçeğin oluşmasında, Kıbrıs Türkü'nün kişilik dokusuna katkıda bulunanların hiç payı yok mu?

Denktaş'ın halkıyla ilişkisini düşünürken Cengiz Aytmatov'un "Mankurt" tiplemesi geldi hatırıma.

Malum, Gün Uzar Yüzyıl Olur isimli romanında bir efsane anlatır usta romancı.

Düşman ülke Juan Juanlar ülkenin gençlerini kaçırır ve onlara, hafızalarını silip yeni kişilik-kimlik yüklemek için bir işkence uygularlar. Saçlarını kazıtır, kafalarına bir ıslak deve derisi geçirir ve güneş altında bırakırlar. Zamanla saçlar büyük, deve derisi kurur ve büyüyen saçlar başa gömülür. Gençler hafızalarını yitirir. Sonra gençlere yeni bir kimlik yüklenir ve deve çobanlığı yapmak üzere bir sürünün başına bırakılırlar.

Bu arada kaçırılan bir gencin annesi, oğlunu aramaya çıkar. Yerini öğrenir, gider ve oğlunu deve güderken bulur. Oğluna kendisini hatırlatmaya çalışır ancak çocuk hem annesini tanıyamaz hem de ona düşman gibi bakar. Sonra anne her şeyi göze alır ve oğluna yaklaşmak ister. Oğul bir ok atar ve annesini vurur. Anne bir kuş olup uçar. Uçarken de oğluna "Adını hatırla, adını hatırla" diye seslenir. Cengiz Aytmatov o günden bu yana o bozkırlarda "Adını Hatırla" diye bir kuşun öttüğünü söyler.

Acaba, diye düşündüm orada, Denktaş çocuklarının kaçırıldığını düşünüyor mu, onlara yeni bir kimlik yüklendiğini ve annelerini oklamaya başladıklarını düşünüyor mu? Onları kurtarmak için bir eylem var mı? Çocuklarının karşısına çıkıp her türlü oklanmayı göze alarak "Adını hatırla, adını hatırla" gibi bir çığlık atmayı düşünür mü?

Milli davalar toplumca yaşanacak bir misyon duyarlılığı isterler.

Kaç zamandır onun sıkıntısı çekilmiyor mu?

Ve bu işte Ankara Denktaş'dan daha mı farklı, daha mı iyi durumda?

Hiç sanmıyorum.

MGK Genel Sekreteri Avrupa'ya bu iş için gitmedi mi?

Gitti ama gene de konsept karmaşası ile...

Neyi nereden tutacağını bilmeden... Ankara'nın bir iç konudaki kafa karışıklığını yanında taşıyarak...

Kıbrıs'tan dönerken Kıbrıs'ın hem maddi hem manevi imarına ihtiyaç bulunduğunu düşündüm. Ve bu işte Türkiye'ye büyük sorumluluklar düştüğüne kanaat getirdim. Çünkü Kuzey Kıbrıs'ta her şey Türkiye'ye ayarlı.

Denktaş, ileri yaşına ve sağlık problemlerine rağmen, bir davayı ayakta tutmaya gayret eden gerçekten dirençli bir devlet adamı. Ama her şey fani. O da Türkiye de ondan sonra davayı taşıyacak nesiller inşa etmezlerse her şeyin heba olması işten bile değil.

Kıbrıs'a, Doğu Türkistanlılar'ı temsilen Em. Tuğgeneral Rıza Begin de gelmişti. Merhum İsa Yusuf Alptekin'i hatırladım. Rıza Begin de onun gibi çok ileri yaşlarda. Denktaş'ın yaşı ve sağlık durumu malum.

İçimden "milli davalar artık sadece aksakallıların davaları haline mi geliyor?" düşüncesi geçti.

Bunu en çok aksakallılar düşünmeli.

Onlara sorulacak bir gün:

-Neden yüreğinizi gençlere taşıyacak tedbirleri almadınız?


5 Mayıs 2003
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED