|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İngiltere'nin saygın gazetelerinden The Guardian'ın önceki gün, (Cumartesi) yayınlanan sayısının kapağı neredeyse bütünüyle Türkiye'ye ayrılmıştı. Gazete depremi ve arkasından çıkan olayları 'Türk depremi' ana başlığı ile duyurmuştu. Bu başlığın altında, olayları özetleyen üç çarpıcı fotoğraf ve onların başlıkları yer alıyordu. İlk karede, ' Önce ızdırap' başlığı altında çocuğu yatakhanenin enkazı altında kalmış, feryad eden acılı bir annenin fotoğrafı vardı. İkinci karede 'Sonra umut' başlığı altında yatakhanenin beton kolonları altında kurtarılmayı beklerken zafer işareti yapan bir gencin acılı yüzü görülüyordu. Üçüncü karenin başlığı ise şöyleydi: 'Sonra kızgınlık ve ordunun sahneye çıkışı' Fotogğraf, deprem sonrasında çıkan olayların boyutunu ve içyüzünü çarpıcı bir şekilde anlatıyordu. Ellerinde otomatik silahlarla özel tim polisleri, korkutucu yüz ifadeleri ile, vilayete karşı yürüyüşe geçen halka karşı hücüma kalkmışlardı... Kimi diz çöküp kalabalığa karşı nişan pozisyonu almıştı. Kimi ise havaya ateş ediyordu. Olayları belki televizyonlarda izlediniz, belki bazı gazetelerde gördünüz. Ama bu fotoğrafın anlattıkları çok çarpıcı. Bu polisler böyle hınçla, kinle, can havliyle, nerede ve kime saldırıyor? Bingöl'de, aileleri ve çocukları, devletin ihmali ve yolsuzlukları kollayan tavrı nedeniyle göz göre ölüme sevkedilen, bu yetmiyormuş gibi yine devlet tarafından sahtekar muamalesi çekilen acılı insanlara karşı. Onların suçları büyük, kente gönderilen yardımların dağıtılmadan bekletilmesini protesto etmişler. İl yöneticileri, ihtiyaç sahiplerinin tesbit edilmemesi nedeni ile dağıtımı durdurmuşlar... Yani... İhtiyaç sahibi olmayanların, pahalı olduğu söylenen bu çadırları alıp satma ihtimalleri varmış... Politikacılarla ve bürokratlarla işbirliği içinde, kamu inşaatlarından çalıp çırpanlara ses çıkartmayan, sonra da bir yolla bu hırsızları aklayan bu devletin, birkaç çadırı acılı vatandaşına çok gördüğü anlaşılıyor. Yöneticiler, sonra da halk bu olaya tepki gösterince çok şaşmışlar. "Devlete karşı çıkmak ha!.." Üstelik haklarını arayanlar bir de Kürt iseler... Özel Tim ne güne duruyor. Eski alışkanlıkları ile yürümüşler insanların üzerine. İçlerinden, mutlaka karşılarındakilerin Kürt olduklarını da geçirerek, "Neme lazım, biz tedbirimizi alalım, silahlarımızın emniyetlerini açalım" demiş olmalılar. Nitekim cayır cayır sıkılan mermiler de bunu gösteriyor. Neyseki kan gövdeyi götürmemiş. Hele bazı polislerin, bulunduklar aracı halkın üzerine sürmelerindeki fütursuzluğa ve hınca ne demeli? Sanki acılı insanlar, ekstra kışkırtılarak olayın büyümesi özel olarak arzu edilmiş gibi bir durum ortaya çıkıyor. Nitekim kalabalığın kızgınlığı bu olaydan sonra artmış. Yazılanlar, çizilenler bunlar. Öyle anlaşılıyor ki, askeri birlikler, olaylar bu boyutlara ulaşıncaya kadar duruma müdahale etmemişler. Askerlerin müdahalesi üzerine olaylar yatışmış. Sonra da halkın askerlere yönelik sevgi tezahüratı başlıyor. Asker gelip sivillerin berbat ettiği bir meseleye daha el koymuş oluyor!.. Nereden bakılırsa bakılsın çirkin bir olay. Emniyet müdürünün ve Özel Tim sorumlusunun görevden alınması pek bir anlam ifade etmiyor. Her sıkıştığında halkın üzerine ateş açmayı otomatik refleks haline getirmiş anlayışın hala devam ettiği ortada. Kendilerine yasalarla zaten tanınmış olan büyük yetkilerin de dışına çıkarak, işi bu keyfiliğe vardırmış olan Özel Tim hala işbaşında ve icrayı faaliyette. Bir kolluk kuvveti elemanının yüzü, geçmişten gelen hesapları, birikimleri ve nefretleri olmasa Guardian'ın fotoğrafındaki hali alabilir mi? O fotoğraf çok şey anlatıyor. Devletle vatandaşın arasındaki uçurumun nasıl bir şey olduğunu anlamak için işte o polislerin yüzlerine bakmak yeterli. Bir de başbakanın ve yetkililerinin tutumları var. Başbakan ve hükümet üyeleri Bingöl'e gelip yerel yöneticilerle görüşmüyorlar. Halkın temsilcilerini hiçe sayıyorlar. Sebep acaba, belediye başkanının eski HADEP'li, yeni DEHAP'lı olması mıdır? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çıkan olaylar üzerine, "Bu işte provokasyon var" diyor. Konuyu fazla açmıyor ama, açıklamalarının satır aralarında, belediyeyi, hatta halkı suçlar bir hava seziliyor. Arkasından Eskişehir'e giden Erdoğan, bu üslubunu sürdürerek Bingöllüler'in devlete karşı saygısızlık ettiğini söylüyor. Oysa halkın iradesi ile Meclis'e girmiş bir partinin halkı ve halkın temsilcilerini dikkate alması gerekmez miydi? Bu tavır, devletin HADEP-DEHAP'lı belediye başkanlarına gösterdiği ayrımcı tavıra aykırı düşmemek endişesinden kaynaklanıyor olmasın? Bingöl depreminden çıkartılacak bir yığın ders varken, yöre halkıyla ve onların temsilcileri ile mesafeli durmak, hatta onları provokasyonla suçlamak ve polis yetkililerini görevden almakla yetinmek olmaz. Bingöl depremi Türkiye'nin sorunlarının bir aynasıdır. Guardian bunu buralardan tesbit edip meseleyi manşete çıkarıyor. Hükümet de Kürtleri suçlamak yerine, bu meseleleri biran önce gündemine alsa iyi olacak...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |