|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sizce AKP iktidarının herhangi bir mensubu, "Yargı dışı olan Cumhurbaşkanı'nın re'sen aldığı kararların, YAŞ kararlarının ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararlarının da yargıya açılması"nı isteseydi ne olurdu? Hiç şüphesiz iktidarın Cumhurbaşkanı ile, Ordu ile ve yargı ile "gerilim" çıkarmaktan zevk aldığı, sistemin kalıcı kurumlarıyla çatışmayı adet haline getirdiği sonuçları çıkarılır ve bütün bunlarla aslında "rejimi değiştirmek" istediği sonucuna varılırdı. Oysa şu yukarda saydıklarımı önce Anayasa Mahkemesi Başkanı, hem de Cumhurbaşkanı Sezer'in huzurunda, sonra da Danıştay Başkanı seslendirdi. İki hukukçu, gerçek bir hukuk devleti için, her kurumun kararının yargıya tâbi olması gerektiğini vurguladı; bu arada söz konusu kurumların kararlarının yargıya tâbi hale getirilmesi talebini dile getirdi. Hani bir tepki yok. Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Danıştay Başkanı'nın "rejim değişikliği" öngördüğüne dair bir yoruma rastlanmıyor. YAŞ kararları konusunda bunca duyarlı, "yargısız ihraçlar"ın eleştirildiği her defasında söz konusu kararların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından onaylandığını hatırlatan askeri kesim bile iki yargı adamının taleplerine tepki vermedi. Bundan, Ak Parti iktidarına karşı özel bir "teyakkuz hali"nin, özel bir "hassasiyet"in sergilendiği sonucunu mu çıkarmamız gerekiyor? Belki. Bu "teyakkuz hali"nin ne tür vehimlere ya da istismarlara yol açtığına, en son, CHP Milletvekili İzzet Çetin'in "Yoksa Cuma tatili mi getirmek istiyorlar?" sorusunu gündeme getirmesiyle tanık olundu. Acaba İzzet Çetin, "havada bulut var" denildiğinde kendisine ördek denilmek istendiği sonucuna varan bir "vehim"li tipi mi resmetmekteydi, yoksa Türkiye'de en ucuz kışkırtmalarla tahrik olmaya hazır bir "rejim duyarlılığı" bulunduğu kanaatinden yola çıkarak o en ucuz kışkırtmayı mı tercih etmişti? Her ikisi de Türkiye adına gerçek bir problemdi. Eğer "milletvekili" Çetin, samimi bir "rejim bağlısı" olarak böyle "İş Kanunu" görüşmelerinden hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir şeyi, yani "Cuma tatiline gidiş"i, oradan da "rejim hassasiyeti"ni çıkaracak bir halet-i ruhiye içindeyse, gerçekten "vehim yoğunlaşması" etrafında klinik bir durum söz konusu olmaktaydı. Yok eğer, kendisi aslında ortada hiçbir şey bulunmadığını görüyor ama, "hazır yolu açılmış, genel başkan kuşkulardan yola çıkıp 23 Nisan boykotlarına kadar gitmişken rejim duyarlılığını besleyen bir şey de ben çıkarayım" yollu bir kışkırtmaya yönelmişse, ortada çok daha vahim bir durum bulunmaktadır. Bu tavrın, Türkiye'de "rejim hassasiyeti"ne sahip kişileri "her kışkırtmaya teşne bir yapı içinde oldukları" kanaatiyle, onların akıl sağlığına yönelik bir kuşkunun eseri olduğunu düşündüğünüzde ortaya daha da vahim bir sonuç çıkıyor. Acaba hangisi? Bu alanda herkese "akıl sağlığı" dilemekten ve herkesi insafa, sağduyuya çağırmaktan başka yapacağımız bir şey yok. Sağduyu, yani herkese karşı "rejim için tehdit" kuşkusu beslemekten çıkmak, insaf, yani herkesi peşinen mahkum etmekten vazgeçmek, kendisinde millet iradesinden bile üst yargılama gücü vehmetmek... Bu arada bir şey var ki o da, Türkiye'nin gerçekten her alanda "hukukun üstünlüğünü" hayata geçirmesi zaruretidir. Cumhurbaşkanı'nın re'sen imzaladığı kararlar dahil, HSYK kararları dahil, YAŞ kararları dahil, zaman zaman büyük hak mahrumiyetlerine sebep olan her karar, yargıya açık olmalı ve Türkiye, bu hukuk özründen kurtulmalıdır. Yargı yolunun açık olması, her şeyden önce söz konusu kurumların "yargısız infaz" gibi gerçekten ağır suçlamalara hedef olmaktan kurtaracaktır.
BİR OLAY: İsmet Tuncer'i tanımam. Bana gönderdiği dosya aylardır önümde. İçimde de o dosyayı gündeme getirme ukdesi var. Çünkü bir adelet sancısı gibi duruyor. Yeşilhisar C. Savcısı iken Adalet Bakanlığı'na yapılan bir ihbar sonucu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun meslekten ihraç kararıyla görevine son verilmiş. Kararın gerekçesinde "Savcı İsmet Tuncer hakkındaki ceza yargılamasının sonucunun beklenmesine gerek görülmemiştir" ifadesi yer almış. (17. 04. 2000) Hâlâ yargılama sürüyor, İsmet Tuncer ihbara konu suçlamalardan hâlâ ceza almış değil. Diyor ki İsmet Tuncer, "Ben masumum. Ama beni yargılayan mahkeme, HSYK'nın beni görevden ihraç eden kararından sonra beraat kararı veremiyor." Doğru mu bu? Elbet tartışılabilir. Ama ortada gerçekten, bir yargı adamını yargılama hakkı bulunan bir kurulun farklı kararı mevcutken alt kademede karar vermenin güçlüğü açık. Oysa İsmet Tuncer hakkında HSYK'nın kararı olmasaydı, belki adalet daha kolay tahakkuk edecekti. Ne denebilir? İsmet Tuncer diyor ki, "3 yıldır hayatımız zehir oldu." Beni bu insanî dram ilgilendiriyor ve ben de bu dramı hukuk konusunda son derece duyarlı olduğuna inandığım Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e buradan taşımak istedim.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |