|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugünlerde herkes Amerika Birleşik Devletleri dolarının trajik denebilecek düşüşüne akıl erdiremiyor. Ekonomik hayatın içinde aktif olarak yer alan, ihracat veya ithalat yapan, tesisini büyütmeye, yeni teknolojileri transfer etmeye çabalayan yatırımcı, tüccar, esnaf gibi kesimlerin gözü döviz fiyatları listesinde. Elindeki küçük tasarrufunu dövize çevirerek enflasyondan korunmaya çalışan sabit gelirli bir telaş ve tedirginlik içinde. Döviz ve özellikle de dolar fiyatlarının yükselmesi bir dert, düşmesi bir başka dert. Bütün kesimlerin menfaatlerini bir noktada bütünleştirmek imkansız olduğundan bir durum birinin lehine iken diğerinin aleyhine oluyor. Bir paranın fiyatının iniş ve çıkışının teknik açıklaması ayrı bir konu. Bunu uzmanlara bırakalım. Fiyatı hızla düşen doların başına gelenler, öyle görülüyor ki ekonomik olmaktan çok siyasidir. Biraz işin siyasi cephesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Savaş kazanan bir ülkenin parası düşer mi? ABD Irak savaşını kazanan bir ülke. Hem de beklenenden daha kısa bir zaman içerisinde. Savaşta denediği yüksek teknolojili silahlar nedeniyle büyük bir üstünlük sağladı. Savaşın muzaffer liderlerinin büyük bir gurur ve keyifle her gün dünyanın önüne çıktıklarını görüyoruz. Kolay zaferin verdiği güven ve gururla önüne geleni tehdit etmekten, başkalarına çeki düzen vermek için işaret parmaklarını ona buna uzatmaktan da geri durmuyorlar. Böyle bir ülkenin parası dünya piyasalarında neden düşsün ki? Savaştan önceki beklentinin ne olduğunu hatırlayalım: ABD savaşı kazanacak, parasının değeri yükselecek, dolara yatırım yapanlar karlı çıkacaklardı! Normal beklenti buydu ve doğruydu. Peki ne oldu? ABD savaşı kazandı, ama parasının değeri giderek düşmektedir. İşte anlaşılması ve açıklanması zor olan burası. Döviz fiyatlarının gerisinde ekonomik faktörlerin yanında siyasi faktörler, güven, prestij ve dünya kamu oyunun temel değerlerine olan inanç ta yatmaktadır.
ABD savaşı kazandı, ama çok şey kaybetti
Kaybettiklerine bakalım; uluslar arası hukuk karşısındaki tutumuyla, hukuk tanımazlığıyla kendisine duyulan güveni yitirmiştir. Yıllardır Amerika Birleşik Devletleri liberal demokratik değerlerin ve özgürlüklerin ülkesi olarak selamlanıyordu. Herkes bu ülkeyi bir tür "ideal tip" olarak gösteriyordu. Oradaki refah, özgürlükler, liberal değerler herkesin ilgisini çekiyordu. En önemlisi de "hukuk devleti" uygulaması ve demokratik süreç, demokratikleşme sorunuyla yüz yüze olan Batı dışı toplumlar için ciddi bir pratik oluşturuyordu. Bu durum bir tür gıpta ile karışık bir özlem yaratıyor ve ABD'nin dünya nezdindeki prestijini artıran unsur oluyordu. Söz konusu iyimser ve olumlu hava dolar fiyatının yükselmesine hizmet ediyordu. Irak savaşında ABD, savaşı kazandı ama "hukuk" karşısındaki keyfiliğini de kanıtlamış oldu. Ortada Birleşmiş Milletlerin bir kararı olmadan, barışçı yollar tüketilmeden, BM'nin bir müttefik ordusu oluşturmak için herhangi bir çaba içerisinde olmadan ABD bir oldu bittiye getirerek Irak'a saldırdı ve istila etti. İngiltere ve Avustralya'nın kendisiyle beraber olması bir müttefik güç oluşturdukları anlamına gelmez. Zira bunun için BM'nin ne bir kararı vardır, ne de böyle bir ordu için bir çağrısı bulunmaktadır. ABD tamamen kendi gücüne güvenerek sözde "demokrasi götürme", "halkı özgürleştirme" gibi masum gerekçeler kullanarak harekete geçmiştir. Bunun arkasında çeşitli gizli emellerin, daha uzun vadeli hedeflerin ve "sömürgecilik" reflekslerinin bulunduğunu herkes kabul etmektedir. Zaten her geçen gün bunların ip uçları ortaya çıkmaktadır. Batı dışı dünyada ABD'nin liberal, özgürlükçü ve demokratik söylemleri artık kuşkuyla karşılanmakta, bir tür yeni sömürgecilikle karşı karşıya bulunulduğuna inanılmaktadır. 19.yüzyıl sonlarına doğru İngiltere ve Fransa denizaşırı ülkeleri sömürgeleştirirlerken nasıl "beyaz insanın misyonu"ndan söz ediyorlardıysa, bir "medenileştirme" söylemi tutturulmuşsa şimdi de "demokratikleştirme", "özgürleştirme" hedefinden söz edilmektedir. Aslında her iki duruş da aynı amaca hizmet etmektedir. Bir de buna ABD yetkililerin Türkiye'ye yönelik tehdit ve küçümseyici demeçlerini ilave edelim. Böyle bir ülkeye ve onun parasına güven duymak mümkün mü? Bu olayla ABD'nin prestijinin ve dünya üzerindeki nüfuzunun maksimum noktasına vardığı ve bundan böyle hızlı bir şekilde erimeye başlayacağını tahmin edebiliriz. Bir ülkenin dünya üzerindeki prestij ve nüfuzu sadece kazandığı savaşlarla, teknoloji harikası müthiş silahlarla, uzaya olan hakimiyetiyle ve dünyanın her bir yanında olup bitenlerle ilgilenmesiyle ölçülebilecek bir husus değildir. Biraz da hukuka, evrensel değerlerlere, özgürlüklere, insani olanlara karış olan tutumuyla ilgilidir. Bütün korkum ABD'nin yaptıklarından dolayı hukuk gibi, özgürlükler gibi, bireyin üstünlüğü gibi, demokrasi gibi evrensel değerlerin birer ideal ve siyasi hedef olmaktan uzaklaşmalarıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |