AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bu anne başka anne

Pazar günü tüm sene "unuttuğumuz" annelerimizi yoğun bir pazarlama kampanyasıyla yeniden hatırladık. Hayatımızı kategorize eden, bunu yaparken de önem atfettiğimiz her değere piyasada bir paha biçen kapitalizmin artık damarlarımıza işleyen etkisiyle biz de bir Anne'yi köşemize misafir edelim istedik. Ancak bizim bahsettiğimiz Anne, tam da kapitalizmin ruhuna uygun olarak, İMF başkan yardımcısı Anne O. Krueger. Geçen hafta, İMF'nin 6. Gözden Geçirme çalışmaları için ülkemizde bulunan Krueger, yaşını almış iktisatçı bir teyze. 1970'lerin sonu ile 80'lerin başında yaşanan dünya çapındaki iktisadi değişimi, Güneydoğu Asya Kaplanları çerçevesinde değerlendirmiş, dönemin şartlarına uygun, ihracata yönelik kalkınma modelini savunmuş zamanında. İthal ikameci politikalardan dışa açık ekonomilere geçişin teorik zemininin hazırlanmasında önemli katkıları var. Krueger, bugünlerde de konumu gereği, özellikle gelişmekte olan ekonomilerin finans sistemlerinin dönüşümü üzerinde duruyor.

Krueger'ı, geçen Perşembe günü BDDK'-nın düzenlediği panelin açılışında dinleme imkanımız oldu. Bankacılık sistemindeki reform, düzenleme ve denetlemenin mahiyeti hakkında öz, ama iyi çalışılmış kısa bir konuşma yaptı. Her sektörde olduğu gibi, bankacılıkta da rekabet şartlarının önemli olduğunu vurguladı. Türk bankacılık sisteminin etkinlikten uzak faaliyet gösterdiğinden dem vurdu. Düzenleme ve denetlemenin anlamlı olabilmesi için bağımsızlık ilkesinin altını çizdi.

Bizim burada irdelemek istediğimiz, düzenleme ve denetimden ziyade, etkinliği arttırma hedefindeki İMF ve BDDK'nın tıkanabileceği noktalar. Zira denetleme ve düzenleme, belli bir piyasanın işleyiş tarzını etkileyen unsurlardan sadece biri.

Öncelikle Türk bankacılık sektörünün bugün etkinlikten hayli uzak olduğunu kabul etmek lazım. Avrupa'da aktif maliyeti, aktif kalitesi ve sair kriterlere göre en hantal çalışan piyasalarından biri Türk bankacılık sistemi. Bu hantallığın oluşmasında muhtelif faktörlerin ön plana çıktığı görülüyor. Etkinliği bozan en önemli unsur, şüphesiz ki, banka patronlarının aynı zamanda farklı sektörlerde faaliyet gösteren holdinglerin de sahibi bulunmaları. Bu türlü bir mülkiyet yapısı, tüm dünyada ve özellikle gelişmiş finans piyasalarında sistemin sağlığını ciddi anlamda tehdit eden bir hastalık olarak algılanır. Bu hususun düzeltilmesi amacına yönelik çalışmalar Türkiye'de de yapılıyor olmasına rağmen, uygulama maalesef kağıt üzerinde kalıyor.

Sistemin verimli işleyişine ket vuran bir diğer husus da, Türk bankacılık sisteminin pasif kanadındaki zaaflardan kaynaklanıyor. Bugün itibariyle bankalar, ancak çok ciddi maliyetlerle mevduat toplayabiliyor. Toplanan mevduatların önemli bir kısmı ise kısa vadeli ve döviz cinsinden. Türk insanı tasarrufu sevmiyor, yaptığı tasarrufu da başkasına ancak çok ciddi reel kazanç karşılığı teslim ediyor. Bu durum bugünkü bankacılık sisteminin gelişmesinin önündeki en ciddi engellerden biri. Bu sebeple, tasarruf sahibine sunulan yatırım araçları çeşitlendirilmeli, özellikle faiz dışı kazanç sunan mekanizmalar güçlendirilmelidir. Faizsiz bankacılık, Türkiye'de hor görülse de, bugün Batı'da hem tasarruf, hem de plasman kanadında cazip bir alternatif olarak yaygınlık kazanmaya başlamıştır.

Öte yandan bugün Türk bankacılık sisteminin en ciddi meselesi, kamunun sisteme olan yüküdür. Bu yükü üç noktada ele almak gerekir. Bunlardan ilki kamu bankacılığıdır ki, bunun menfi etkisi, yeniden yapılandırma ve özelleştirme programı başarılabilirse, kısmen hafifletilmiş olacaktır. Bu arada parantez içinde şahsi kanaatimizin, en azından bir kamu bankasının özelleştirilmemesi yönünde olduğunu da belirtmek gerekir. Kamunun sistemin etkinliğini azaltıcı bir diğer etkisi de, muhtelif vergi, stopaj, fon ve karşılık kesintileri sebebiyle artan mübadele maliyetleridir. Bunlardan bir kısmı, sistemin sağlıklı bir şekilde işlemesini temin eden, denetim imkanlarını arttıran kesintiler olduğu için tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de uygulanması zorunlu tedbirlerdir. Kalanların önemli bir kısmı ise son düzenlemelerle zaman içinde azaltılacaktır. Bu sebeple, yakın gelecekte kamu varlığının bankacılık sistemi üzerindeki etkinliği azaltıcı menfi etkisi sadece sistemde biriken fonlarının başlıca müşterisi olmakla sınırlı olacaktır.

Ancak maalesef dananın kuyruğunun koptuğu yer, tam da burasıdır. Devlet, bankacılık sisteminde biriken fonların garantili müşterisi olduğu sürece, ne özel sektör bu fonları kullanabilecek, ne de bankaların kaliteli aktif yönetimi ve etkinlik gibi bir dertleri olacaktır. İşte İMF'nin ve BDDK'nın tıkanacağı nokta burasıdır. Zira tam rekabetin sağlanmadığı bir ortamda, banka sahipleri verimlilikten ziyade garantili karlılık peşinde koşacaklardır.

İç borcun azalmasını devlet baba istese bile, bankacılık sistemi istememektedir. Anne'nin algılayamadığı husus budur.


13 Mayıs 2003
Salı
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED