AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bir psikiyatristle tartışırken dikkat edilecek hususlar

İlk yazı zormuş. Böyle derler. Böyle de inanılır. Belli bir alışkanlığın, belli bir hazırlığın, belli bir ünsiyetin üzerine bina edilmediği için herhalde.

Denedim, gerçekten zormuş.

Üç yıl önce de benzeri duygular, benzeri şaşkınlık...

Şöyle bir şeyler karaladığımı hatırlıyorum, Nedim Gürsel'in öyküsünden mülhem:

İnsan tek başına bir yerde otururken, biraz dünyanın dışına itilmiş buluyor kendini; hele dışarıda 'hayat' akıp gidiyor, bulutlar rüzgarda hızla dağılıyorsa...

Canım sıkılıyor.

Az önce saatin ding-dongları 02'yi vurdu. Oysa bu yazı ertesi güne yetişmek zorunda. Ne yapacaksın, dönüp dolaşıp "evrak-ı mahsusa"ya sığınacaksın:

Eski defterler. Eprimiş, katlanma çizgilerinden yırtılmış zarflar... Bakarsın, "ilk yazı" niyetine şöyle mütekamil başlangıç cümlesi düşer. Belli mi olur?

Hayır...

Büyük bölümü muhayyel "Eylembilim"den mülhem pasajlar... "Hicaz Aralığı" ve "Piyano" notları... Sonra Süleyman Kargı'nın, Türkler'in (o muhteşem yaratıkların) yaşayışına ilişkin, fakir-i pür taksirin düşünce hayatını bugün de biçimlemeye devam eden saptayımları...

Bundan yirmi yıl mukaddem, "toplumsal ve siyasal meseleler" üzerine düşünmemeyi yazarlık tutumu olarak benimsemiş bir taze dimağın yeniyetme aklıyla çiziktirdiği satırlar.

Büyüyünce Oğuz Atay olacak, "toplum mühendisleri"nden hesap soracakmış.

Gazeteci oldu.

Ama siz bu satırları, dünyanın ve bu arada Türkiye'nin kurtuluşunu "bireyselleşmiş" bireylerde arayan muharrir-muhakkik kırması bir "yazı işçisi"nin meram kısırlığına verin yine de ve hoş görün.

Böyle bir şeyler...

İlk yazımda Nihat Genç'ten sözedecektim.

Öyle kurgulamıştım.

Halk arasındaki deyimle, "yetiştiğine dalar da, yetişemediğine pabucunu fırlatır" bir arkadaşımız... Bu ülkenin dağlarını, taşlarını, ormanlarını, akarsularını, kuşlarını, yoksullarını, düşkünlerini, tinercilerini dert edinmiş, her zaman yazarlığını ve coşkusunu kıskandığım arkadaşım.

Dosttur da...

O coşkusunu hep telefonlarla paylaşır.

Ben ağırdan alırım.

Kibirden değil, hayır...

Nihat Genç'teki coşku, insanı kendinde kusur aramaya iter.

Utandırır.

Diyor ki psikiyatrist-romancı (ismi hiç lazım değil), "Nihat Genç'i edebî anlamda hiç önemli bulmuyorum. Estetiğe dayanmayan aşırı duygusal şeyler yazıyor. Ağzı bozuk. Herkes ondan 'aman bana da saldırır mı?' diye çekiniyor. Küstah ve saldırgan. Herkesi aynı kefeye koyup saldırıyor. Öykülerini hiç beğenmedim. Yazdıkları terbiye sınırlarını aşıyor..."

Nihat Genç de oturmuş, bu içi boş laflara kalem kalem yanıt derleştirmiş.

Ne gerek var?

Önceden haberim olsaydı, müdahale ederdim.

Şöyle derdim:

Bu psikiyatrist, senden, "toplumsallaşmanı" istiyor. Seni, "sağlıklı" insanların "sağlıksız" dünyasına çağırıyor. Sana, kendini yokederek nasıl mutlu olacağını öğretmeye kalkışıyor.

Bir psikiyatristle tartışırken, ondan akıllı olduğunu kanıtlamaya çalışma.

Saçma sapan işler yap...

Aklını ye...

Kendini deliliğe vur...

Bu onu mutlu edecektir.

Bir psikiyatristle tartışırken, aklını, ancak "kendini deliliğe vurarak" koruyabilirsin...


19 Mayıs 2003
Pazartesi
 
AHMET KEKEÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED