|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Genelkurmay Başkanı'nın yaptığı basın toplantısıyla, yangını dindirdiği, ordunun AB yanlılığını öne çıkardığı, demokrasi mesajları verdiği söyleniyor. Bu, bir ölçüde ve soruna nereden baktığınıza bağlı olarak doğrudur. Ülkedeki asker-sivil dengesini değişmez bir veri olarak ele alıyorsanız, Özkök'ün açıklamalarını tatmin edici görebilir, hatta rahatlatıcı bulabilirsiniz. Ama meseleye demokratik ilkeler, siyasetin özerkliği ve Türkiye'nin AB güzergahı açısından bakarsanız, ki biz öyle bakanlardanız, olup biten son derece irkilticidir. Tek cümleyle özetlemek gerekirse, son basın toplantısında Silahlı Kuvvetler, Genelkurmay Başkanı'nın üzerinden, hemen herkese, siyasi iktidara, basına, kamuoyuna, hatta bizzat orduya, "ülkenin yegane siyasi efendisi" olduğunu bir kez daha göstermiştir. Orgeneral Özkök "ordunun her hükümetle olduğu gibi bu hükümetle ilgili olarak da ciddi kaygılarının olduğunu söylemiş", bu kaygı alanlarında "hükümet bildiğini yaparsa ne olur, sorusunu cevapsız bırakmış", 28 Şubat süreci tekrar yaşanır mı, sorusunu "sebep ortadan kalkarsa sonuç da kalkar" diyerek yanıtlamış, "TSK ile hükümet arasında ahenk olmaması gibi bir sorun var mı, diyen gazeteciye, bu soruyu sormamış olun" diyebilmiştir. Genelkurmay Başkanı istediği kadar demokrat olduğunu vurgulasın, darbe sözünü istediği kadar telin etsin, ortaya çıkan yukarıdaki sonucun demokrasinin uzaktan yakından ilişkisi olamaz. Bu sonucun işaret ettiği tek gerçek "askeri vesayet rejimi"dir. Ancak şunu iyi görmek gerekir: Bugün yaşanan kriz, bu vesayet çerçevesinde yeni asker-sivil gerginliği değildir. Tersine bu vesayet mekanizmasının kendi iç krizidir. Bu iç krizin iki kaynağı var: 1. 28 Şubat'tan bu yana siyasete yaptığı müdahalerle (AKP'nin iktidar olması örneğinde olduğu gibi) istediği sonuçları elde edemeyen, edemedikçe kurum olarak daha çok siyasileşen, bu aşırı siyasileşmenin ve siyasi başarısızlığın iç içe girmesi sonucu, ayrıca altın üste baskı kurduğu bir siyasi beden gibi yapılanmanın bedeli olarak kendi içinde de siyasileşmeye itilen ve bölünme riski taşıyan bir askeri yapı... 2. Temel siyasi bir tercih olan AB meselesinin ve demokratikleşme vizyonunun devlet içinde yarattığı çatışmaların Silahlı Kuvvetler'e sirayet etmesi. Başka bir deyişle 23 Nisan'dan bu yana yaşanan, hatta Tuncer Kılınç'ın açıklamalarıyla daha önce başlayan benzer gelişmelerin temelde bu çerçevede doğup, bu çerçevede kullanılmaları. Bu köşede aylardır vurgulanan şu çıplak gerçek artık kimseden gizlenemez haldedir: Bugün yaşanan krizi tetikleyen mekanizma ne AKP hükümetidir ne de AKP'nin attığı siyasi adımlardır. Tetikleyici mekanizma doğrudan doğruya ordunun içinde yaşanan çatışma ve gerilimlerle ilgilidir; askerin iç siyasetinden, daha doğrusu aşırı siyasileşmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim son basın toplantısı, ordu içindeki farklı görüşler olduğunu vurgulayan, genç subaylardan sözeden, doğrudan doğruya ordu içinden ve üst düzeyden alınan bilgilerle yapılmış bir haberden kaynaklanmıştır. 23 Nisan'da olduğu gibi, bu kez de, içerideki kaynamanın yayılmaması, ordu içi siyasetin dindirilmesi için Genelkurmay Başkanı basın toplantısıyla kurum siyasetini öne çıkarmaya çalışmış, hükümete eleştirilerin dozu bu nedenle, dengeyi tutmak ve içeriyi teskin etmek için artmıştır. Özkök, doğal olarak verilen tüm birlik mesajına rağmen, ordu içi siyaset konusunda kendisini ve kaygılarını açığa vurmuş, özellikle orduya, alt kademelere seslenmiş bir görüntü çizmiştir. Genelkurmay Başkanı'nın şu sözleri gözden kaçırılacak cinsten değil: * Genç subaylar tepki içinde, sözlerinin önemli bir kaynak tarafından aktarıldığını düşünüyorum. Bu kaynak asker de olabilir... * Bu haberin yapılması, başlığın öyle atılması çok tartışmalara yol açtı. İş orada kalmadı. Başlığın taşıdığı mesaj ve çağrıştırdığı konular var. * Tekzibi teyidinden beter haller vardır. Öyle bir şey söyleniyor ki, (muhtemelen ordu içinde ve açısından) tekzip ettiğiniz zaman daha kötü sonuçlar verebilir. * Benim yıpratılmam, TSK'nın yıpratılmasıdır. Evet resim iyice net. Bilmek gerekir ki, bu tür iç gerilimler sonu belli olmayan tehlikeli süreçlere işaret ederler. Bu tür durumlarda kontrolun nasıl sağlanacağı, kimde ve nasıl kalacağı ciddi bir sorun olarak ortadır. Şu da iyice açık: Ordu ve onun üzerinden Türkiye Ağustos Şurası'na doğru sıkıntılı, tehlikeli ve çatışmalı bir dönem yaşayacaktır. Bu noktada basına, siyasi iktidara, kamuoyuna, sivil örgütlere büyük iş düşüyor: Siyasetin meşruiyetini savunmak, gerekirse görevden alma gibi mekanizmaları çalıştırmak, şahinlerin eylemlerine uygun her tür zemini tavır alarak ortadan kaldırmak.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |