|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Genelkurmay söz konusu olduğunda yaşanacağını sanmadığım bir olay gelişti önceki gün; Org. Hilmi Özkök'ün basın toplantısına paralel olarak Basın Konseyi başkanı Oktay Ekşi de bir açıklama yaptı. Genelkurmay'a dönük açıklamada, "Akreditasyon ölçütlerini açıklayın" talebi yer alıyor. Bütün dünyada neredeyse otomatik bir işlem olan 'akreditasyon', askerî kurumlarda kısıtlayıcı bir anlam taşıyor. Genelkurmay, MGK ve Harp Akademileri gibi askerî kurumların etkinliklerine dâvet edilmeye 'değer bulunan' medya kuruluşlarına 'akredite' deniyor. Irak Savaşı'nda Pentagon'un uyguladığı 'embedded journalist' (eklemlenmiş gazeteci) uygulaması –muhtemelen– bizden esinlenme. Org. Özkök'ün önceki günkü basın toplantısına 14 medya kuruluşunun (Radikal, Hürriyet, Milliyet, Posta, Sabah, Star, Cumhuriyet, Akşam, Turkish Daily News, Vatan, Türkiye, Habertürk, Ortadoğu ve Yeniçağ) temsilcileri dâvetliydi; beş gazete ise (Yeni Şafak, Zaman, Akit ve her iki Tercüman) dâvete değer bulunmamıştı. O 14 gazete 'akredite' sayılıyor. Bazen, 'akredite' gazetede çalışan bazı gazeteciler 'akreditasyondan mahrum' kalabiliyor; 'akredite' gazetelerde çalıştığı ve 'savunma muhabiri' olduğu halde, vaktiyle görevi gereği neredeyse bütün gününü geçirdiği Genelkurmay'ın kapısından geçmesine izin verilmeyen gazeteciler var. Beğenilmeyen haber yazan gazeteciler bunlar... Bu uygulama 28 Şubat'la başladı. Sözgelimi, ben, o sürecin öncesinde, gazete temsilcisi veya yazar sıfatlarımla çeşitli askerî etkinliklere çağrıldığımı hatırlıyorum. Bazen, az sayıda meslektaşla birlikte özel yemeklerde bulundum. Aslanlı kapıdan geçilen binada Genelkurmay başkanıyla mülâkat yaptığım da oldu. 28 Şubat Genelkurmay'la meslekî ilişkimi sanki bıçakla kesti; o gün bugündür hiçbir etkinliğe çağrılmıyorum, görüşme taleplerime olumlu cevap verileceğini de sanmam. 28 Şubat'ın kendine özgü şartları politik kadroyu da etkilemişti. Dönemin başbakanı, Genelkurmay uygulamasına, 'bir kısım basın – bizim basın' penceresinden bakarak karşılık verme eğilimine girdi; bazı basın toplantılarına 'bir kısım basın' mensupları çağrılmadı. Yanlış bir uygulamaydı ve çağrıldığım her etkinlikte bu yanlışlığı muhataplarına aktardığım gibi yazılarımda da işledim... Yanlışlık, 'akredite olmayan' gazetelerin haber almalarının önüne geçilerek basın özgürlüğünün çiğnenmesinden kaynaklanmıyor yalnızca, sistem 'akredite olan' gazeteler ve gazetecilerin aleyhine çalışıyor. 'Akreditasyon' bir cezalandırma mekanizması olarak kullanıldığı için, askerî haberlerin 'sansürlü' olduğu inanışı yaygınlaşıyor. Kendi kendine alenen sansür uyguladığının veya başkaları üzerinden gözdağı verildiğinin bilinmesi, 'gazeteci' kimliğini zedeliyor... 'Akredite olmayan' gazeteler ve gazeteciler ile 'akredite olanlar' arasındaki meslekî itibar skalası ikincilerin aleyhine büyüyor... Tabii, tek ölçü gazetelerin satışları olamaz, gazete satışlarını tek bir sebebe bağlamak da doğru değildir. Ancak, yine de, çarpıcı bir gelişmeye değinmeden geçerek gerçeklere haksızlık edemeyiz: Genelkurmay'ın 'akreditasyon' uygulamasına başladığı günkü gazetelerin satış tablosu ile bugünkü satış tablolarını karşılaştırınca, aradan geçen süre içerisinde, 'akredite olmayan' gazetelerde sürekli satış patlaması yaşanırken, diğer gazetelerdeki düşüş grafiği gözden kaçmayacaktır... 3 Kasım seçiminin 'akreditasyon' uygulamasını daha da 'garip' bir hale getirdiği ise herkes tarafından görülebiliyor; bu garabet de, açık söyleyelim, 'akreditasyon' uygulayan kurumun vermek istediği mesajla örtüşmüyor. Bizim için hava hoş; içeri alınmasak da neler söylendiğini, nasıl söylendiğini ve kim tarafından söylendiğini öğrenebiliyoruz... Fakat, bizler etkinliklerden uzak tutulduğumuz için, belki hiç sormayacağımız sorular sorulamadı zannıyla oluşan yanlış algılamaların açtığı sıkıntıların derinliğini bilmek çok zor. Oktay Ekşi'nin bizler adına üzülmesine hiç gerek yok; kendi adıma ben üzülmüyorum çünkü...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |