|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Yeni Bir İslam Dünyası" benim bir kitabımın ismi. Bir özlemi ve onun içinin nasıl doldurulacağına dair düşünceleri ihtiva ediyor. Eminim, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Tahran'da söylediklerinin arka planında da böyle bir özlem var. Eminim ki bir İslam ülkesinin bombalanması ve istilaya uğraması, üstelik sırada böyle başka İslam ülkeleri bulunması karşısında Gül'ün içi yanıyor, bu istila süreci karşısında bir şey yapamamak onu kahrediyordur. Gördüğü bir mazlumiyet haritasıdır ve içinde doğan bundan kurtulma tuksudur. Ama nasıl olacak bu? İşte burada o çağrıya sığınıyor. "Gelin yeni bir İslam dünyası inşa edelim" çağrısıdır o. Bu çağrı son derece haklıdır. Lakin... "Lakin"in devamını getirmeden önce İslam coğrafyasındaki yanlışlığın zihinlerde nasıl bir yıkım gerçekleştirdiğinin altının çizilmesi gerekiyor. Ben, içerde ne olursa olsun, bir toplumda insanların istilacı güce selam durmasını beklemem ve onaylamam. O yüzden de Amerika'nın Irak'ta çiçeklerle karşılanacağı beklentisine hiç sıcak bakmadım. Ancak gerçekler biraz farklı. Geçen günlerde Samsun'a gitmiştim.İlahiyat Fakültesi'nde okuyan Türkmen bir gencin, Irak'a düşen her ABD bombasından sevinç duyduğunu anlattılar bana. Bir radyo kanalında da Irak'lı bir kadının sözlerine kulak misafiri olmuştum. Amerikan istilasına yönelik dinleyici tepkilerini eleştiriyor "Bizim ne çektiğimizi bilselerdi, dinleyiciler ABD'ye bu kadar tepki göstermezlerdi" diyordu. Saddam sonrasında Irak'ta Şiilerin bir yandan ABD istilasına tepki gösterirken diğer yandan da Saddam'ın gidişine yönelik sevinç gösterileri izlendi. El Cezire televizyonunda bir tartışma programında sıcağı sıcağına kamuoyu yoklaması yapılıyor. Soru şu: "Mevcut Arap yönetimleri mi yoksa işgal mi daha tercihe şayandır?" Cevap: Yüzde 76 işgal daha tercihe şayandır !!! Korkunç bir görüntü. Şöyle bir sonuç çıkıyor: İnsanlar, hakim sistemle ilişkilerinde bıçak kemiğe dayandığında ve kendi güçleriyle bu boğucu kuşatmayı aşamayacaklarına inandıklarında dış bir gücün müdahalesini bile meşru görüp, talep edebiliyorlar. Kendi sistemini istilacıdan daha olumsuz görüp, "kurtarıcı" beklentisi oluşabiliyor. Amerika, İslam coğrafyasındaki operasyonlarını böyle bir psikolojik zemine dayandırmak istiyor. Hakim yapıların kuşatması altında bunalan halkların "kurtarıcı" beklentisine denk düşme hesabı bu... Irak'ta oldu bu, şimdilerde Suriye ve İran'da, belki yarın Suudi Arabistan'da devreye sokulacak. İşte Abdullah Gül, böyle bir tehlikeyi gördüğü için bir "yeniden yapılanma çağrısı" yapıyor. Bir anlamda şunu demek istiyor: - Öyle bir sistem restorasyonu yapalım ki, toplumlarımızın hiçbir ünitesi, nefes almak için dış bir gücün gelip kendisini kurtaracağını düşünmesin, bunu beklemesin. Şimdi gelelim yukarda geçen "Lakin"in devamına... Soru şu: -Acaba Abdullah Gül, Türkiye olarak bir "ağabey"lik mi yapmış olmaktadır? Yani "Biz arındık, sistemimimi ideal ölçülere getirdik, bizim insanlarımızın hakim sistemle ilişkileri ideal ölçülerde seyretmektedir. Bizi örnek alırsanız her şeyiniz güllük gülistanlık olur" mu demektedir? Hiç sanmıyorum. Bir kere sayın Gül, bu üslubun nezaketsizliğini bilecek olgunluktadır. Onun için söylemi "yapalım, edelim" tarzında kendi ülkesini de içine alacak biçimde birinci çoğul tarzındadır. İkincisi de gene sayın Gül, "Türkiye bu konuda ne kadar örneklik arzedebiliyor ki?" şeklindeki bir soruyu cevaplandırmanın zorluğunu bilecek gerçekçiliğe de sahiptir. O, "sistem sancısı" yaşayan bir ülkenin Dışişleri bakanı olduğunu nasıl unutabilir? İlginçtir, Dışişleri Bakanımız, "Yoksa sizde asker darbe mi yapacak?" gibi kendisini "utandıracak" sorulara muhatab olduğu AB'li bakanların toplantısından sonra uçmuştur Tahran'a... Yani henüz yüreğinin üzerinde o soruların tozu vardır. Artı... Bizzat kendi eşi, başörtüsü için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde hak arama zorunda kalan bir insandır sayın Gül. Bayan Gül ile birlikte, binlerce insan AİHM'nin marifetiyle "insan hakları"na kavuşabileceğini ummaktadır. Artı... Bizzat Türkiye insanı, siyasetçisi ve herkesimi ile, AB ile, yani bir "dış güç"ün etkisi (isterseniz baskısı deyin) ile sistemini demokratikleştirmeye, insan hakları alanını genişletmeye, sistem baskılarından kurtulmaya çalışmaktadır. Yani, Türkiye bile "iç dinamikleri" ile hakim odakların etkisini sınırlayamamış, iç sistemin tepeden tırnağa restorasyona ihtiyaç duyması gerçeği AB'yi bunca "umut" haline getiren etken olmuştur. Bunu en iyi sayın Gül bilir. O zaman, evet Tahran'da İslam dünyasına bir "Restorasyon - Yeniden yapılanma - Perestroyka" çağrısı yapmıştır. Ama anlayana "Gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla" gibi bir mesaj da yok mudur? Evet, biz iyiyiz şuralara göre demek var ama, gelin bir de onu, canı yananlara sorun. Ülke ülke savrulanlara, bunalıma düşenlere, işkence yaşayanlara, dışkı yedirilenlere, başbakanlıktan ipe gidenlere, onların çocuklarına vs... vs... "Evimizi temizleyelim, düzene sokalım" diyor Abdullah Gül... Doğru söylüyor: Evimizi... Adalet Bakanı Cemil Çiçek de "AB normlarının asıl bizim için gerekli olduğunu" belirtirken diyor ki: -Gelin evimizi düzene sokalım. Biz buna lâyıkız. Yüreğine hala "başörtüsü özgürlüğü"nü sığdıramayanlar, size de söylüyor Dışişleri Bakanı Gül, İran'a, Irak'a, Suudilere seslenirken... Evet haydi Yeni Bir İslam Dünyasına...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |