|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Üzerindeki tartışmaların ulaştığı boyut bir yana; Amerika'nın Irak'ı işgalinin bölgede yarattığı ve yaratacağı etkiler giderek derinleşecek gibi görünüyor. Bu hiç de beklenmedik olmayan durumun Irak başta olmak üzere, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Filistin ve Lübnan'ı çok yakından, ama bölgeyle inkar edilemez bağları olan Türkiye'yi her açıdan ilgilendirdiği bellidir. Amerikan yönetiminin bütün önemli isimlerinin Türkiye'yi yeni döneme hazırlamak ve Washington'un muhtemel operasyonlarında desteğini garantilemek için uyguladıkları yoğun motivasyon programı da bunu göstermektedir. Ankara'ya sürekli olarak, "Top artık sizde. İlişkilerimizin nasıl gelişeceği sizin bundan sonra atacağınız adımlara bağlı" uyarısının yapılmasının başka da bir anlamı bulunmamaktadır. Hâlâ şüphesi olanların da, Amerika'dan yeni dönen iktidar partisinin üst düzey bir yöneticisinin şu sözlerine kulak vermelerinde yarar vardır: "Amerika, Irak'tan sonra İran ve Suriye'ye ya müdahale ya da başka şekillerde pres yapma konusunda kesin kararlı. Şimdi açık açık bunun hesaplarını yapıyorlar!" Hesap bu olduğuna göre, Türkiye'den tezkere sürecinde elde edilemeyen ama artık "ilişkilerin iyileşmesi için beklenen..." yakın ilginin Amerika'ya şartsız destek vermesi olduğu da aşikardır. Amerika'nın yakın bir gelecekte Türkiye'nin kapısını Irak işgaline benzer gerekçelerle ve o dönemdekini andırır taleplerle çalması yüksek bir ihtimal olarak kaydedilmelidir. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün İKÖ Toplantısında yaptığı konuşmayı da bu kaygının projeksiyonunda okumak gerekiyor. Gül, İslam Konferansı üyesi ülkelere "kendimize çeki düzen vermeliyiz" derken Amerika'nın zihnindeki plana da referans yapmaktadır. Sınırları belli olan bu saldırı planına karşı en etkili savunma aracı da bölge ülkelerinin demokratikleşmesi ve siyasal katılımcılığa imkan tanımalarıdır. Bu, bölgede yıllarca "diktatörlük"leri destekleyen, onlarla işbirliği yapan Amerika'ya rağmen gerçekleştirilmesi zorunlu olan bir yenilenmedir. En az bunun kadar zorunlu bir faaliyet de bölge ülkeleri arasında on yıllardır ihmal edilen, sonuçta dini ve tarihi bağlara rağmen bir türlü kurulamayan kültürel ve sosyal işbirliğini bir an önce ihya etmektir. Yani; Türkiye ile İran, Suriye, Mısır, Lübnan, Irak, Filistin, Azerbaycan, Afganistan, Nijerya... hatta Ermenistan arasında, bu ülkelerin kendi aralarında işbirliği dönemi başlamalıdır. Zira, hangi ülke küresel iştahın hinterlandına giriyorsa kendisine benzeyen coğrafyalarla dayanışması kaçınılmazdır. Aydınlar, akademisyenler, iş adamları, sendikacılar, gazeteciler, bölgenin kaderine el koymalıdır. Bütünüyle "Doğu" dünyası için ortak bir akıl üretilmelidir. Birbirinin devamı, birbirinin akrabası kültürler ve halklar, aynı zamanda birbirinden hiç de farklı olmayan bir kaderi paylaştıklarının farkına varmalıdır. İşte bu büyük ihtiyacın ateşini tutuşturabilmek için bir grup aydın, yazar, akademisyen, sivil toplum yöneticisinden oluşan bir heyetle bugün Suriye'de olacağız. Orada, Türkiye ile Suriye arasındaki kültürden ekonomiye kadar her türlü ortaklık potansiyelini, bölgeyi bekleyen gelişmeleri ve paylaştığımız ortak tarihin omuzlarımıza yüklediği sorumluluğu konuşacağız. Bir süre aynı seyahat Mısır'a sonra da İran'a yapılacak. Oralardan da benzer gruplar Türkiye'ye gelecek... Hiç olmazsa hangi topraklar üzerinde yaşadığımızı, kimlerle komşu olduğumuzu anlayalım ve kazanacak bir şeyimiz olmayacaksa bile ne kaybettiğimizi bilelim!..
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |