|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Son günlerde bayatlamış bir söz değişik kesimler arasında tekrarlanıp duruyor: Türkiye'nin üçüncü dünyalılaşması. İşin tuhaf tarafı bu sözün, binlerce insan hayatına malolan bir saldırıyı desteklemediğini söyleyenlere karşı dillendirilmiş olması. Bu ifade, ne zaman çıkacağı belli olmayan onbinlerce yabancı askerin ülkenize yerleşmesine, sınırlarınızın hemen beri tarafında işlenen modern teknokrat yönetimlerin teknolojik cinayetine suç ortağı olmamayı dillendirenlere karşı söyleniyor. Bir ülkenin geleceği hakkında endişe duyacaksınız ve yarın sıranın kimde olacağını bilmediğiniz bir saldırıya karşı duracaksınız ve bununla da üçüncü dünyalılık yapmış olacaksınız. Bu tavır bile Türkiye'de batılılaşmadan, modernleşmeden ne anlaşıldığı, tartışmanın ne kadar sığ sularda yapıldığını göstermeye yetiyor. Cinayetlerin demokrasi ve özgürlük uğruna kutsandığı bir batıcılık söylemi ile karşı karşıyayız. Bu kutsanmış ve yapılacak her türlü haksızlığı meşru kılmaya dönüşen çağdaşlaşma tutkusu daha doğrusu (en masum ifadeyle) körlüğü ile karşı karşıyayız. İnsanların ne kazandığı, kaç cana malolduğu, ekonomik kaynakların kime pazarlandığını tartışmaya açmayan, görmezden gelen ama sloganların kutsiyetine inanan bir dînî-sekülerlik sözkonusu. Bu tür tavır ancak dînî muhtevalı kutsiyete adanmışlığın, yaşadıklarını, dünyayı aşkın bir anlam çerçevesinde algılayan, olup bitenleri buna göre anlamlandıran dindarlığın tezahürleri olabilir. Türkiye'de çağdaşlaşma adına yapılan cepheleşme de böyle dînî bir şeydir. Dine karşı çıkarken bile kutsallık libasına bürünen tuhaf aydınların, ülkesinin çıkarını ütopyalarına heba eden yönetici-seçkinlerin ülkesidir burası. Memleketin “üçüncü dünyalılaşma” tehlikesinden bahsedenlerin öne sürdüğü argümanların hangi duruma karşı geliştirildiğine bakalım. Amerika'nın ne zaman gideceği belli olmayan yüzbin askerinin su kaynaklarının kesiştiği GAP bölgesinde, etnik tahrike en hassas olan Irak sınırına yerleşmesine karşı çıkılması çağdaşlaşmaya leke sürmektedir. Bölgenin enerji kaynaklarına el koymanın Irak halkını özgürleştirme sosuyla sunulduğu, sayısını bile bilmediğimiz insanın canına malolan saldırıya karışı çıkmak üçüncü dünyalılık ayıbıdır. Bölgedeki dengeleri alt üst edecek ve nerede hangi ülkede duracağı kimsenin kestiremediği, hatta İngiltere'nin bile “Suriye saldırısında yokum” dediği bir maceraya karşı olmak üçüncü dünya duyarlılığını canlandırmaktadır bizim seçkinlerin. Özgürleştirme adına Irak'ın parçalanmasına, İsrail güdümünde yeni aşiret devletçiklerine karşı çıkılması da Türkiye'nin üçüncü dünyalaşması korkusunu beslemektedir. Bir zamanlar ABD'nin besleyip büyüttüğü sevgili despotu Saddam'a karşı çıkanlar bugün Irak'ta işlenen cinayetlere karşı çıkanlardır. Üçüncü dünya fobisini işleyenlerin farketmediği derin gerçek şu: Türkiye'nin temel jeopolitik ihtiyaçları ve gerekleri ile Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgeye ilişkin yeni stratejisi temelden ayrışmaktadır. Türkiye'nin soğuk savaş döneminin şartlarında olduğu gibi ertelenmiş sorunların dondurulduğu bir jeopolitik tutumu sürdüremeyeceği apaçıktır. ABD'nin etkin olduğu bir Ortadoğu'da Türkiye'nin Pazar günü tatil yapma lüksü olmadığını anlamayacak olanlar sadece Batıcılığı bir din gibi algılayan bürokratik-seçkinci zihniyettir. ABD'nin ortağı olmak artık soğuk savaş döneminin NATO üyesi olmak anlamına gelmemektedir artık. Türkiye'nin dondurduğu ve sürekli ertelediği, yüzleşmekten korktuğu tarihi, kültürel, jeostratejik konumu ile stratejik ortaklığının bu yüzyılda yürümeyeceği, en azından mevcut ilişki biçiminin sürdürülemez olduğu her geçen gün daha iyi ortaya çıkmaktadır. Körfezden kuzeye doğru, Bağdat kapılarına doğru yürüyen ABD tanklarının sadece Irak için değil Türkiye için de tehdit olmaya başladığını anlamak için yarını beklemek gerekmiyor. Türkiye'nin ABD ile ilişkilerin koparıp atma, Avrupa'yla ilişkisini kesme gibi bir lüksü olmadığı açık. Ancak Amerikan tanklarının paletleri Bağdat caddelerinde ilerlerken Pazar keyfi sürmek gibi bir lüksü hiç olamaz. Türkiye'nin tarihi en azından coğrafi olarak Avrupa tarihidir. Türkiye'nin tarihi coğrafi ve kültürel olarak aynı zamanda Ortadoğu tarihidir. Türkiye'nin mevcut sınırları ve varlığı; kabul edilmediği Avrupa'dan çok, sınırlarıyla izole edilerek yabancılaştırılmak istenen Ortadoğu'dadır. Irak'ta olup bitenler, Suriye'de olması muhtemel gelişmeler bölgenin geleceğini belirlediği kadar Türkiye'nin geleceğini tehdit etmektedir. Ülkesinin geleceği pahasına türden bir çağdaşlaşmayı tabulaştıranlar, ülkeyi ekonomik, siyasi ve en önemlisi yöneten akıldan mahrum bırakanlar değil midir?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |