|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İngiliz birliklerinin kuşatması altındaki Basra'da “Kimyasal Ali” diye ünlenen Irak'lı komutanın cesedinin bulunduğu açıklandı. Ama şu ana kadar Irak'ta kitle imha silahı bulunamadı. Irak birlikleri çok zor durumda kalmalarına rağmen henüz kitle imha silahı da kullanmadılar. Oysa sormak isterim: -Aynı durumla İsrail karşı karşıya kalsa idi, nükleer güç dahil kitle imha silahı kullanır mıydı, kullanmaz mıydı? Ziyaretime gelen Büyükelçilikte görevli bir ABD'li siyasi danışmana “Henüz kitle imha silahı bulunamadı. Oysa savaşı Irak'ta kitle imha silahı var diye başlattınız. Yarın böyle bir silah bulunmazsa, bir ülkeye karşı hayali gerekçelerle savaş açmış olmak durumunda kalmayacak mısınız? Savaş bu kadar kolay karar verilecek bir şey midir?” diye sordum. O bana “bulunacak merak etmeyin” yollu bir şeyler söyledi. Ama kendisi de söylediklerine pek inanmış gözükmüyordu. Irak'ta kitle imha silahı bulunacak mı? ABD yanında savaşa girildiği için kabineden istifa eden İngiltere'nin eski Dışişleri Bakanı Robin Cook, “Irak'ta kitle imha silahı varsa bile, bu onlara Amerika'nın ve bizim verdiğimiz silahlardır. ABD şarbonun yapımını öğretti Irak'a, biz de kimyasal fabrikalar kurduk” diyor. (The Guardian, 18 mart 2003) Yani günah varsa, Amerikan-İngiliz işbirliği ile işlenen bir günah bu, demek istiyor. Ama şu sıra, kimsenin “Irak'ta kimsayal silah var mıydı?” sorusunu soracak hali yok. Savaş neden başlamıştı, sorusu da kimsenin aklına gelmiyor. Zaten Amerikan-İngiliz koalisyonu da, el çabukluğu ile savaşın misyonunu, kitle imha silahından “rejim meselesi”ne dönüştürmüş bulunuyor. Sanki kendilerine Ortadoğu'da çok da demokratik rejim lazımmış gibi... Kuzey Irak'ta işi Kürt aşiretlerle, öte yanda krallarla, Arap şeyhleriyle götürmüyorlarmış gibi... Ama ne de olsa rejim meselesi çok su götürür ve onlar da bu arada işi götürürler. Zaten kafalar, “Irak'ta kim kime gol attı?” gibi bir maç havasına kilitlenmiş bulunuyor. İnsani hassasiyetler bile ilk günlerin heyecanını yitirdi. Bombalar çoğaldıkça ölümler çoğalıyor, ölümler çoğaldıkça da insan kayboluyor. Bir insanın ölümü, belki bin insanın ölümünden daha etkileyici olmalı. Amerikan askerleri Necef'e saldırmış ve 2 bin kişi ölmüş! Dile kolay ikibin kişi... Tasavvur edin, bir ölüm tarlası demek bu. Kızıl Kmerler işleseydi bu katliamı adını “Ölüm tarlaları” koyardık, ama iki bin kişiden ikisinin fotoğrafı yansımıyor ekranlara... Ekranlar, Saddam'ın saraylarında dolaşan Amerikan askerlerini görüntülüyor... İradeleri bu çözüyor çünkü, psikolojik savaş değeri bunların var. El Cezire olmasaydı, bebek ölümlerinden haberimiz olur muydu? Amerikan zaferini konuşmalıymışız! Bunu Türkiye'den seslendirenler var. İnsanlık!!! Nasıl da kırılgan bir şeysin ki, bir ölümü görüyorsun, bin ölümü görmüyorsun! Bir ölüm vahşet, bin ölüm zafer!!! Evet, Amerika'nın ateş gücü müthiş! Maske filmindeki gibi, kustuğunda bomba kusuyor ağzından... Parmakları, makinalı tüfeğe dönüşüyor. Karnı bomba dolu... Masalların canavarlarından öte bir şey. Çünkü canavarlar bile, sonuçta insanın küçük masalsı hülyalarının ürünüdür. Amerika Irak'ta, başka bir şeyi, canavarlaşmanın ötesindeki insanı sergiliyor... Neden? Çünkü Irak' ı yenmekten öte dünyaya gözdağı veriyor. Amerika Irak'ın silah gücünün ne kadar zayıf olduğunu bilmez mi? 12 yıl ambargo altında kalmış, ardından BM silah denetçilerinin denetiminden geçmiş, elinde kalan birkaç füzesi, menzili 180 kilometreyi buluyor diye imha ettirilmiş bir Irak... Çullan üzerine ve ibret-i alem olsun... Afganistan aynı denemeydi Amerika için... Gerçek şu: Amerika “Biz yeneriz”i oynuyor... Şu ana kadar ekranlarda bir tek Irak tankı gördünüz mü? Bir tek ağır silah gördünüz mü Irak'lıların elinde? Hatta doğru dürüst bir Iraklı asker gördünüz mü? “Cumhuriyet muhafızları” vs... 12 yıldır ambargo altındaki bir ülkede ne kadar olabilirse o kadar var... Belki burada şu söylenebilir: -Arkadaş madem silahların yok, o zaman neden savaşıyorsun? Teslim olsaydın! “Teslim olsaydın” dediğiniz şey “bir ülkenin liderliği...” O da, o ülkenin halkının bağımsızlığını sembolize eder. Siz onu tanımıyor olabilirsiniz ama, eğer sizin dışardan bir ülkenin liderliğini tanımamış olmanız onu gayrı meşru hale getirseydi, o zaman dünyada meşru yönetim kalmazdı. Birisi çıkıp “Ben de Bush'u tanımıyorum” diyebilirdi ve o zaman meşruiyyeti tayin sadece güce kalırdı. Şimdi Irak'ta olan da bu... Hatta biraz düşünürsek, bizim ABD ile ilişkimizde de olan bu. Biz niye ABD'nin yanında yer almak ihtiyacı hissediyoruz? Çünkü orada yer almadığmız takdirde ABD'nin bir biçimde bizi dövebileceğini düşünüyoruz. Bunu bize hissettiriyor ABD. Bizdeki Amerikan lobisi de onu en güçlü tonda satıyor içeriye... ABD BM gibi bütün dünya ülkelerini sembolize eden bir dünya kurumuna bile böyle davranıyor; ya beni onaylarsın, ya da seni silerim! Irak'taki Amerikan güç sergilemesi bir “silicilik” operasyonudur. Bir insan siliciliği... Saddam belki Irak sınırları içinde bir diktatördü, ABD ise global, bütün insanlığa meydan okuyan bir diktatör olarak çıkıyor insanlığın karşısına... Irak'a atılan her bomba, benim insanlığımın üzerine düşüyor. Irak'ta ölen her çocukta insanlığın öldüğünü hissediyorum. Amerika ölüm kusuyor dünyaya. Bu bilinçli, bu teammüden cinayet sürdürülemez. Bu resmen kıyamet askerliğidir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |