AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bağdat'ta Saddam değil, İran, Suriye ve Türkiye savunuluyor

Bağdat'ın Amerika-İngiliz işgalcilerin eline geçmesini Saddam Hüseyin yönetiminin sona ermesiyle ölçenler çok vahim bir hata yapıyor. Bu savaş, Saddam Hüseyin savaşı olmadığı gibi, savaşın sonuçları da Saddam yönetiminin gitmesiyle sınırlı kalmayacak. Afganistan'dan Basra Körfezi'ne, Irak'tan Doğu Akdeniz'e, Kızıldeniz'e kadar bütün ülkeler, Bağdat'ta aslında kendi başkentlerinin savunulduğunun farkında mı acaba?

Pakistan, Irak'tan sonra sıranın kendilerine gelebileceğinden endişe ediyor. Hindistan da bunun için yoğun çaba harcıyor. Pakistan, Afganistan'a saldırı sırasında ABD'nin müttefikiydi. Türkiye'nin şu an Irak'a yönelik ABD-İngiliz saldırısına verdiği desteğe benzer bir rol üslendi. Ancak ABD tehditlerini bertaraf edemedi. Afganistan'a yerleşen ABD'nin Hind Okyanusu'na kadar bölgeyi denetim altında tutması için Pakistan'ı denetim elde tutması gerekiyor. Hem Pakistan halkının öfkesi hem bu öfke hem de Pakistan'ın nükleer gücü bu ülkeyi, ABD'nin askeri hedefi haline getirebilir. İran ve Suriye'ye yönelik tehditler her geçen gün artıyor. Söz konusu coğrafyadaki bütün ülkeler, yeni duruma göre pozisyonlarını belirlemek zorunda. ABD ile geleneksel ilişkileri geleceğe yönelik planlarda beklendiği kadar belirleyici olmayacak. Küresel yapılanma veya bölünme Ortadoğu'da da çok şeyi değiştirecek.

Suriye dışında hiçbir Arap ülkesi, tehlikenin farkında değil. Suudi Arabistan, Ürdün, Kuveyt, Katar ve işgalcilere destek veren diğer Arap rejimleri, Amerikan öfkesini saldırılara açık veya gizli destek vererek önlemeye çalışıyorlar. Bu eylemleriyle de kitle ile aralarındaki açıyı her geçen gün daha da açıyorlar. Ancak işbirliği onların köleleştirilmesini durdurmayacak. Arap dünyası keskin bir ayrışma yaşıyor. Rüşvetle ABD'nin gözüne girseler bile iktidarda tutunamayacak hale gelebilirler.

Faturayı Türkiye, İran ve Suriye ödeyecek

Afganistan/Pakistan'dan Kızıldeniz'e kadar bir çok ülke; Basra Körfezi, Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz'e hakim bir çok ülke ABD için denetim altında tutulması zorunlu ülkeler olarak görülüyor. Bu açıdan, Irak'a yerleşmeye başlayan ABD askeri gücü, yarın Suriye, İran, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan, Yemen ve Somali'yi bir şekilde denetim altına almaya çalışacak. Zira halkanın bir zinciri eksik olsa Avrasya'nın denetimi, İslami hareketlerin denetimi, enerji kaynaklarının denetimi, Almanya'nın, Fransa'nın, Rusya'nın bölgeden uzak tutulması tehlikeye düşecek.

Saddam Hüseyin düşer, belki Bağdat dışında birkaç kentte daha direniş sürer, daha sonra Saddam'a bağlı ya da bağımsız Iraklı örgütler ortaya çıkıp ülkenin işgalden kurtarılması için yeni bir bağımsızlık savaşı başlatır. Bu direniş dalga dalga bütün Arap dünyasına/İslam dünyasına yayılır. Hiçbir güç bu dalgayı durduramaz.

İsrail'in Haaretz gazetesi dün, Irak'taki bütün muhaliflerin İsrail ve Yahudi lobisi ile ilişkileri olduğunu yazdı. Saddam Hüseyin'e karşı olanlar bile Iraklı muhaliflerin hain olduğunu, ABD-İngiliz-İsrail üçlüsüne hizmet ettiğini, kişisel çıkarları için ülkelerini ve kaynaklarını peşkeş çektiklerine inanıyor. Saddam sonrası iktidara gelecek bu kişilerin hiçbir saygınlığı olmayacak. Zaten yarı sömürge olacaklar. Afganistan'daki Karzai yönetimi gibi sadece Bağdat'ta, o da ABD askerlerinin koruması altında “hizmet” verecekler.

Bağdat'ta Saddam Hüseyin ve rejimi değil Arap dünyası savunuluyor, İran savunuluyor, Suriye savunuluyor hatta Türkiye savunuluyor. Bunu gören kimse yok mu bu ülkede? Bağdat'ın düşmesinin en ağır faturasını Türkiye, İran ve Suriye ödeyecek. Bakmayın İran ve Suriye'nin hedef ilan edilmesine,Türkiye'nin müttefik olmasına. Irak savaşından sonra Amerika'nın Türkiye'ye ihtiyacı kalmayacak. ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün çıkarlarına göre Bağdat'tan bütün bölgeye tehditler yayılacak. Bağdat düşünce üç ülke de ABD-İngiliz-İsrail tehditlerine açık hale gelecek.

Suriye Dışişleri Bakanı Faruk El Şara, ''Bölgedeki ülkelerin durumu hiç göz önüne alınmadı, arabuluculuk yolları aranmadı. Bölgedeki 3 büyük güç Türkiye, İran ve Suriye'nin pasif onayı bile alınmadı. Fransa ve Rusya'yı suçladılar, Türkiye'yi de suçlayabilirler'' diyor. ABD, 35 bin askerini Lübnan'dan çekmesi için Suriye'ye baskı yapıyor. İran'dan silahsızlanmasını istiyor. Şimdilik Türkiye'den bir şey istemiyor. Ancak Türkiye'den istekleri savaş sonrası ortaya çıkacak.

İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi'nin Ankara'ya gelişi, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Şam'a gitmeye hazırlanması, üç ülke arasında sınırlı da olsa bir yaklaşım birliğinin geliştirilmesi bu kaotik süreçte en akıllı adım olacaktır. Ancak buna izin vermeyecekler, büyük olasılıkla süreci sabote edeceklerdir. Zaten Türkiye de, “üçlü dayanışma”yı kabul etmeyeceğini açıkladı. Ankara, ABD'nin tehdidi altında bulunan Suriye ve İran'la aynı kare içinde yer almak istemiyor. Ancak bu Türkiye'nin kararı olmaktan ziyade ABD-İsrail cephesinin Ankara'ya dayattığı bir politika.

Türkiye dış politikasını Amerika'ya emanet etti

Türkiye, Afganistan'a saldırıdan bu yana sürdürdüğü politika ile, küresel politikalarda inisiyatifini kaybetmiş durumda. Irak'a saldırıya verilen destek, Türkiye'yi yeni küresel denklemde ABD-İngiliz-İsrail cephesine bağımlı kılıp Arap/İslam dünyasından ve komşularından uzaklaştırırken Ankara'nın dış politika perspektifini de önemli ölçüde daralttı. Biz bu vizyon eksikliğini Sovyetler'in çöküşünden sonra da yaşadık.

Türkiye Irak'ta inisiyatifi tamamen kaybetmiş ülkeler arasına girdi. Öyle ki; Ankara'nın Irak politikası Türkiye'yi Mesut Barzani ve Celal Talabani gruplarıyla aynı statüye indirgedi. Daha da vahimi, Türkiye, bölgesel güvenlik politikasını ABD-İngiliz-İsrail tezlerine teslim etti. Türkiye'nin bu üç ülkenin politikasının dışında ya da bu üç ülkenin yaklaşımını etkileyen hiçbir varlığı gözlemlenmiyor. Irak'la, kuzey Irak'la ilgili endişeler tamamen ABD'nin verdiği sözlere endekslendi. Bu Türkiye için bir hezimettir. Yani Türkiye, dış politikasının ağırlık merkezini Amerika'ya havale etmiş durumda. Üç ülke, Türkiye'nin bütün bölgesel politikalarını belirliyor. Daha da vahimi, bu politikanın yarın Türkiye'nin kendi güvenliğini de rehin alacak olması. Bugün Kuzey Irak politikasını ABD'ye emanet edenler yarın kendi topraklarına yönelik tehditleri de ABD'nin çözmesini mi bekleyecek?


8 Nisan 2003
Salı
 
İBRAHİM KARAGÜL


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED