AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Türker Alkan'a birkaç soru...

Bir müddet önce AB Parlamentosu'ndan Hollandalı bir parlamenterin hazırladığı Türkiye raporunda “Kemalizm”in başta Anayasa olmak üzere devletin bütün kurumlarının üzerinde varolan ağırlığının eleştiri konusu olması, pekçok yazarımızı kızdırdı, hatta isyan ettirdi. Bu tepkilerin hemen hepsinde “Bu AB de artık çok oluyor!” şikayeti ortak konuydu. Söz konusu Rapor'un açıklanmasının üzerinden iki haftaya yakın bir zaman geçtiği için, bu şikayetlerin yatıştığını sanıyorduk ki, Radikal'den Türker Alkan'ın geçtiğimiz cumartesi günü yayımlanan “AB zırvalıyor” başlıklı yazısı çıka geldi...

Doğrusu, Alkan'ın yazılarını bugüne kadar yeterince değerlendirdiğimi ve bu köşede yazarının adını anarak köşeyazısı eleştirisi yapmaktan vazgeçtiğimi hatırlayarak (bu işi Kronik Medya'ya taşıdık!) “AB zırvalıyor”a takılmamayı ciddi ciddi düşünmedim değil... Ama köşeyazarı olmaktan önce tanınmış bir siyaset bilimi profesörü olan Alkan o derece ilginç tespitlerde bulunuyordu ki, kayıtsız kalmanın haksızlık olacağını düşündüm. Dolayısıyla sizden ricam, önümdeki yazıdan aktaracağım fikirlerin sahibi olarak köşeyazarı Alkan'ı değil, siyaset bilimi profesörü Alkan'ı düşünmeniz...

Alkan'ın temel tespitlerinden birisi şu: “Büyüyen küreselleşme deneyimi, yalnız Türkiye için değil, bütün dünya için eski bağımsızlık günlerini mumla aratıyor.” Bu tespit önemli; ancak bu tespitin gerçekten önemli olabilmesi için şu sorunun yanıtlanması gerekli: Acaba şu “eski bağımsızlık günleri”ni küreselleşme deneyimini yaşayan ülkeler mi, yoksa bizzat Alkan'ın kendisi mi “mumla” arıyor? Alkan'ın bu çerçevede yaptığı değerlendirme, sanki ilk seçeneğin doğruluğuna işaret eder gibi: “Avrupa ülkelerine bakın: Yasalarda, yargıda, mali politikalarda, idari uygulamalarda... Hemen hepsinde bağımsızlığı kısıtlayan AB kuruluşlarına tâbi değiller mi? Bu ülkeler, anayasalarındaki 'Egemenlik ulusundur' ibaresini bile değiştirmek zorunda kaldılar.”

Bunlar tespit olmasına tespit ama gerçekliği ne derece yansıtıyor? “Egemenlik ulusundur” ibaresini bugüne kadar hangi Avrupa üyesi anayasasından çıkardı? Alkan biz okurlara öyle bir AB dünyası çiziyor ki, sanki bu çatı altında toplanan ve toplanmakta olan ülkeler “Hem ağlarım hem giderim” diye tutturan gelinle aynı ruh hali içinde... Sanki, adına AB denilen doğaüstü bir güç, ellerinden kayıp giden “bağımsızlıklarına” ağlamalarına rağmen onları bu birlik içinde yer almaya mecbur ediyor...

Geldik şimdi yazının Türkiye'yi ilgilendiren en önemli faslına: Alkan bu bölümde AB'nin Türkiye'yi pekçok konuda nasıl sıkıştırdığından söz ediyor. İnsan hakları, Kıbrıs, Kuzey Irak derken şimdi de Kemalizm ve laiklik... İsterseniz bu bölümün en kuvvetli cümlesini Alkan'ın kaleminden okuyalım: “Bu zırva da yetmedi. Sen AB Parlamentosu'nda hazırlanan bir raporda, 'Türkiye'nin en ciddi sorunu Kemalizm ve laikliktir, bu uygulamaları ve Anayasa'yı değiştirmeleri gerekir, yoksa AB'ye almayız!' deme aptallığını ve cüretini gösterdiler.” Hadi biraz ötesini de aktaralım da sözün sonrası bize kalsın: “...sen kalk, tek laik İslam ülkesini laik olduğu için eleştir, sistemin değişmesini iste! Rejimin temel direği olan Kemalizm'i düşman ilan et!”

Bana göre, Alkan'ın AB çıkışlı Rapor'u eleştirirken “Kemalizm”in yanına “laikliği” de takması küçük bir “kurnazlığın” eseri... Bu böyle olmalı, çünkü Rapor'da “laiklik”ten şikayet edildiğini söylemek herşeyden önce akla aykırı... ABD'den AB ülkelerine kadar bütün Batı ülkelerinin Türkiye'yi “tek laik İslam ülkesi” olarak göklere çıkarttığı bir dönemde Rapor'da “laiklik”ten şikayet edilebilmesi için Hollandalı raportörün aklını peynir ekmekle yemiş olması lazım! Ama hatırlarsanız, söz konusu raporda bu konuda bambaşka bir şikayet vardı: Türkiye'de laikliğin de Kemalizm dolayımıyla tarif edilip uygulanması. Takdir edersiniz ki bu bambaşka bir şikayettir. “Laikliği” kendinde savunmak başka, onu Kemalizm dolayımıyla savunmak bambaşka bir şey değil mi?

Alkan'ın altını çizdiği “Rejimin temel direği Kemalizm” meselesine gelince: Gerçekten şaşırtıcı; köşeyazarı Alkan'ın bu cümleyi kolayca yazabilmesini anlayabiliriz ama siyaset bilimi profesörü Alkan'ın bu derece rahat cümle kurabilmesi çok şaşırtıcı değil mi?

Bu çerçevede Alkan'a birkaç soru yönelteceğim: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı elinize aldığınızda pekçok maddede (Başlangıç, 2, 42, 58, 81, 103, 134.) karşınıza çıkan “Atatürk” adı sizi bir siyaset bilimi profesörü olarak düşündürmüyor mu? “Hür dünya”dan elinize aldığınız herhangi bir anayasada benzer bir atıfla karşılaşıyor musunuz?

Karşılaşmıyorsanız, bu sizi düşündürmüyor mu? İllâki bir örnek vermek gerekirse, mesela Anayasa'nın 134. maddesinin (“Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu”) şu ilk fıkrası sizi düşündürmüyor mu: “Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılaplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayımlar yapmak amacıyla, Atatürk'ün manevi himayelerinde, Cumhurbaşkanının gözetim ve desteğinde (...) 'Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu' kurulur.”

Bir insanın adını taşıyan bir kurumu bizzat o insanın “manevi himayesi” altına alan bir anayasa sizi düşündürmüyor mu, şaşırtmıyor mu?

Söylediğim gibi bu soruları köşeyazarı Alkan değil, Prof. Türken Alkan cevaplayacak!


8 Nisan 2003
Salı
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED