|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kamusal hayatımızın hakiki alanında olup bitenlere karşı medyamızın yeterli duyarlığı gösterdiği pek söylenemez; bu gözlemimizi her yeni örnekte yineliyoruz. İşte sonuncusu: "Kamu Yönetimi Temel Kanunu..." Radikal genel yayın yönetmeni, "Çalışmaya yaygın basının ilgisizliği anlaşılır gibi değil" diyor. Ne kadar haklı!
Radikal genel yayın yönetmeni İsmet Berkan'ın sözleriyle, "80 yıllık devleti neredeyse yeniden kurmaya yeltenen çok önemli (ve gerekli) reform çalışması" basında neredeyse "yok hükmünde" değerlendiriliyor. Berkan daha önce de yazmıştı, 15 Nisan'daki yazısında da belirtiyor: "Çalışmaya yaygın basının ilgisizliği anlaşılır gibi değil." Gerçekten de, gündelik hayatımızın her alanında çok büyük değişikliklere yol açacak kanunla ilgili olarak çok sayıda gazetenin okuru henüz hiçbir şey bilmiyor; konuya ilişkin henüz hiçbir haber yapmamış gazete sayısı hiç de az değil. Ayfer Selamoğlu'nun geçtiğimiz hafta boyunca yazdığı haberlerle Radikal konuyu gündeme getirmeye çalışıyor ama deyim yerindeyse henüz yaprak bile kıpırdamış değil. Berkan'ın yazısından, kanuna ilişkin hükümet çalışmasının hangi noktada olduğunu da öğrenelim: "Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin önde gelen bakanları geçen hafta sonunu çok önemli bir dizi toplantıyla geçirdi. Toplantılarda, kamunun yeniden yapılandırılmasıyla ilgili hükümet tasarıları ele alındı. (...) Ancak anlaşıldığı kadarıyla AKP hükümeti henüz nihai tasarı taslağını oluşturabilmiş değil. Reform konusu şimdilik AKP'de bir iç tartışmanın konusu. Ama umuyorum ki yakın zamanda hükümet tasarıları ortaya çıkacak ve kamuoyunun tartışmasına da açılacak." Berkan, hükümetin meseleyi "tüccar devlet" yaklaşımıyla ele alabileceği endişesiyle olsa gerek, şu kaygısını da iletiyor: "Kamu yönetimi reformu sadece devlette verimlilikle ilgili olamaz. Bu reform, ülkemizde demokrasinin kalitesini ve içeriğini güçlendirecek bir araç aynı zamanda..." Son olarak Berkan'ın "dört prensip"te toparladığı kendi temel önerilerini aktaralım: "Bir numaralı prensip yerinden yönetim olmalı. (...) İkinci prensip, yerel işin yerel parayla görülmesidir. (...) Üçüncü prensip, yerel demokrasiyi kuvvetlendirmektir. (...) Dördüncü prensip, merkezi hükümetin ve parlamentonun görev ve yetkilerinin net biçimde tanımlanmasıdır." CUMHURİYET'İN MUHALEFETİ Konuyu gündeme taşımaya çalışan bir başka gazete de Cumhuriyet. (Görüyorsunuz, o da "yaygın medya"nın dışında.) Bu gazetemiz, tahmin edebileceğiniz gibi Berkan'ın "temel prensipler"inin tam tersinden yola çıkan bir muhalefetle yaklaşıyor konuya... Size önümüzdeki günlerde Cumhuriyet'in gazete olarak tavrını, hangi haberleri nasıl işlediğini ayrıntılı olarak duyuracağız. Bugünlük sadece Cumhuriyet yazarı Mümtaz Soysal'ın Berkan'la taban tabana zıt görüşlerini aktarmakla yetineceğiz. Berkan, henüz nüve halindeki girişimleri yazısının başlığında "devleti yeniden kurmak" diye niteleyip olumlu bir yaklaşım sergilerken, Mümtaz Soysal aynı girişimleri gene başlıktan "iç işgal" diye niteliyor... (Bu arada, iki yazarı okurken kafamızın biraz karıştığını da belirtelim. Soysal, "Meclis'teki 'Kamu Yönetimi Temel Kanunu' tasarısı"ndan söz ederek, hükümet çalışmalarının çok ileri noktalara vardığını ima ediyor. Oysa Berkan, reformun "şimdilik AKP'de bir iç tartışma konusu" olduğunu söylemişti.) Soysal'a göre, "tasarı"da "Türkiye Cumhuriyeti'nin yerleşik devlet yapısını altüst edecek her şey var"dı... Aslında Berkan ve Soysal "yerleşik devlet yapısının altüst olacağını" tespit etme noktasında anlaşıyor. Fark, Soysal'ın buna bütünüyle karşı çıkmasında. Soysal, özellikle "yerellik"in "merkez" aleyhine güçlenmesine karşı. Şöyle yazıyor: "(...) Tasarı, Milli Eğitim ve Sağlık bakanlıklarını 'taşra teşkilatı olmayan bakanlıklar' arasında saymakta. Tarım'ı da, Orman ve Çevre ile Kültür ve Turizm'i de. Bunlar yerelliğe, belediyelere bırakılıyor. Belediyeler de, yüksek faizli borç veren uluslararası finans çevrelerinin insafına. Böylece IMF'nin, Dünya Bankası'nın, OECD'nin, Avrupa Birliği ile küreselleşmeci kuruluşların istedikleri yerine gelmiş ve anayasadaki 'Yönetimin bütünlüğü' ilkesi yıkılarak Türkiye dış çullanışların kolay yutacağı lokmalar haline getirilmiş olacaktır." Görüyorsunuz, daha ilk yazılarda "büyük umutlar"la "büyük korkular" karşılıklı olarak konuşlanmış durumda. Ortada ne kadar çok tartışılacak mesele var. "Yaygın basın" da işin ucundan kıyısından bir tutmaya başlasa... (A.G.)
BU NE BİÇİM GAZETE?
Hükümetin, "AB yasalarına uyum" çerçevesinde hazırladığı "Altıncı Demokrasi Paketi" Star gazetesini çok öfkelendirmiş... Sürmanşette "Kürtçe afiş asarak, apartmana mescit açarak Avrupa Birliği'ne gireceğiz" diyen gazete, haberin devamında da "Bu ne biçim paket" diye soruyor... Star, "Toplam 9 kanunda değişiklik yapılacak. Ve, memleket şu hale gelecek" takdiminden sonra altı maddelik bir "manzara" sunuyor. Aynen şöyle: 1) İmar Kanunu'ndaki "cami" kelimesi yerine "ibadethane" kelimesi konulacak... Böylece apartmanlara "mescit" açılmasının önü açılacak... İsteyen apartman sakini, müftülükten izin alıp apartmana mescit açacak... Üstelik, apartman mescide din görevlisi de isteyebilecek. 2) Seçim Kanunu'ndaki değişiklikle, önümüzdeki ilk seçimde Kürtçe propaganda yapılabilecek. Adaylar, Kürtçe afiş bastırabilecek, Kürtçe pankart taşıyabilecek. 3) Terörle Mücadele Kanunu değiştirilecek... "Devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda yapmak suçu" bu değişiklikle birlikte suç olmaktan çıkacak. 4) RTÜK Kanunu değiştirilecek. Kürtçe televizyon ve radyo yayını yapılabilecek... 5) Nüfus Kanunu'nda da değişiklik yapılacak... Aileler, çocuklarına Türkçe dışında isim verebilecek. 6) Vakıflar Kanunu değiştirilecek. Yabancı vakıfların taşınmaz mal edinmelerine imkân veren 6 aylık süre uzatılacak. Görüyor musunuz Altıncı Paket'ten sonra "memleketin ne hale" geleceğini? Star'daki meslektaşlarımız mesela İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda gazete çıkarsalardı, Türkiye'nin tek partili rejimden çok partili sisteme geçiş sancıları yaşadığı o dönemde kimbilir ne manşetler kotarırlardı... Gelin bir deneme yapalım... Başlık: "BİRDEN FAZLA PARTİYE İZİN VEREREK, SERBEST SEÇİMLER YAPARAK DEMOKRASİYE GEÇECEĞİZ..." Spot: "Hükümet, 'demokrasiye geçiyoruz' gerekçesiyle 'herkese parti kurma özgürlüğü' veriyor. Üstelik bu partiler 'gizli oy, açık sayım' temeline dayalı olarak yapılacak serbest seçimlere de katılabilecekler..." Haber: "Toplam 12 kanunda değişiklik yapılacak. Ve, memleket şu hale gelecek..." Biz burada kesiyoruz, siz "madde"leri istediğiniz gibi sıralayabilirsiniz... (A.G.)
Çandar'dan yerinde bir öneri: Terminoloji değişikliği
Tercüman'dan (Ilıcaklar) Cengiz Çandar, "Ankara'nın devleti, Denktaş'ın cumhuriyeti" başlıklı yazısında (18 Nisan) Atina'yı da geride bıraktıktan sonraki dumumumuzu değerlendiriyor. Yazıdan uzun alıntılar yapmaya ya da geniş bir özet sunmaya gerek yok sanıyoruz, çünkü Çandar'ın Kıbrıs sorununa ilişkin tavrı meçhul değil.... Ancak meselenin pek çok cephesinin gözden geçirildiği bu yazıda karşılaştığımız bir "ilk"den söz etmemek olmaz. İsterseniz önce yazının bu bölümüne göz atalım: "Ayrıca, unutmayın Kıbrıs'ın (bundan sonra kusura bakmayın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi diye yazmayacağım. Bir yanda Denktaş'ı 40 yıldır değiştiremeyen bir 'Cumhuriyet', diğer yanda 25 yıl içinde 5 ayrı cumhurbaşkanı seçebilmiş ve AB'ye alınmış bir 'Yönetim'; komik kaçmıyor mu?!) AB'ye katılırken imzaladığı ve o nedenle tüm AB açısından bağlayıcı olan protokolde Türkler 'cemaat' olarak görülüyor..." Kolayca tahmin ettiğiniz gibi, Çandar'ın yazısından aktardığımız bu bölümde bir "ilk" sıfatını hakeden bölüm parantez içinde yer almakta... Evet, Çandar, bundan böyle "Güney Kıbrıs Rum Yönetimi" diye yazmaktan vazgeçiyor! Ne diyelim, "darısı diğerlerinin de kalemine" desek uygun düşer mi? Çandar'ın bu "ilk"i önemli, çünkü bu konu bizi doğrudan bir "terminoloji sorununa" götürmekte. Yani daha açıkçası şu soruna: Bir ülkenin medyası, o ülkenin diyelim "Dışişleri"yle hep aynı "terminoloji"yi mi kullanır; kullanması tabii midir? Görüyorsunuz, mesele fena bir mesele değil! Ayrıca bu mesele bizim açımızdan çok önemli, çünkü "Türk medyası" her zaman değilse de genellikle böyle davranıyor... Örnek mi? "Kıbrıs" faslının dışında mesela "Sözde Ermeni Soykırımı" ifadesi ve diğer "sözde"li ifadeler... Tamam, bir devlet, bir devletin "Dışişleri" gibi önemli bir kurumu benimsediği siyaset açısından ortaya özel bir "terminoloji" koyabilir. Peki ya medya? O da aynen bu terminolojiyi mi benimsemelidir? Çandar'ın bundan böyle kullanmayacağını belirttiği "Güney Kıbrıs Rum Yönetimi" ifadesi de böyle... Bu "yönetim" yıllardır bütün dünyada (başta BM'de olmak üzere) "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak anılırken, biz kendisinden ısrarla "Güney Kıbrıs Rum Yönetimi" olarak söz etmedik mi? Ayrıca sadece medyada değil, bu ifade üniversitelerimiz, üniversitelerimizin mesela uluslararası ilişkiler bölümlerinin hocaları tarafından da kullanıldı. Peki bundan sonra nasıl davranılacak? Gazete ve televizyon kanallarında şimdilik tanık olduğumuz manzara, bu alışkanlığın sürdüğü yönünde. Hem de "Atina"dan sonra bile... Dolayısıyla bizim görebildiğimiz kadarıyla ilk kez Çandar'ın köşesinde karşılaştığımız bu "terminolojide devrim" seçimi bakalım medyamızın diğer sütunlarına da yayılabilecek mi? (K.B.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |