|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Saddam Hüseyin'in, "Bu çağın Moğolları'nı Bağdat kapılarında yeneceğiz" ifadesi bana, Ali Bulaç'ın "Moğol istilasını yeniden okumalıyız" sözünü hatırlattı. Ali Bulaç ve Saddam Hüseyin isimlerini aynı cümle içinde kullanmak istemem. Ancak yeni Amerikan-İngiliz-İsrail planlarının, kullandığı yöntemler ve yıkıcı sonuçları itibariyle, Müslümanlar'ın genelinde Moğol istilasını hatırlatması ve barbarlık ölçeğinde değerlendirilmesi önemsenmeli. İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu büyük tehdit, ancak Moğol istilası, Haçlı saldırıları ve Osmanlı'nın çöküp İslam dünyasının paramparça olduğu "büyük yıkım"la karşılaştırılabilir. Bu nedenle, bizler, sadece Moğol istilasını değil, Haçlı istilasını, Soğuk Savaş dönemini ve Soğuk Savaş sonrası oluşturulmaya çalışılan yeni küresel sistemi de çok iyi okumak zorundayız. ABD ve İngiltere'nin istila ve yağmaya dayalı yeni dünya projesini uygulamak için İslam dünyasının tamamına yönelen tehdit, tarihin dönüm noktalarından biri olacak. Bizler, son on yıllık süreci iyi analiz edemediğimiz veya tanımlayamadığımız için olayın vehametini kavramakta geciktik. Afganistan'ı Taliban, Irak'ı Saddam Hüseyin özelinde algıladığımızdan, İslam dünyasının yüz yılını daha çalmak amacıyla uygulanan büyük istila projesinin bütününü göremedik, göremiyoruz. Oysa 1990'lardan beri, özellikle de 1995'ten bu yana bunun hazırlıkları yapıldı. Uluslararası kurumlardan yerel ve küresel güç merkezlerine kadar, bütün devlet veya kurumların tehdit konseptleri değiştirildi. Yükselen İslami duyarlılık öncelikli tehdit ilan edilirken, "İslam ve terör" gibi bir kavramın entelektüel temelleri atılırken, bu kavramdan hareketle İslam coğrafyasının her köşesinde anti-terör merkezleri kurulurken, İslami hareketlere karşı tasfiye operasyonları yürütülürken, yeni düşmana karşı küresel koalisyon oluşturulurken, 21. yüzyıla yönelik ekonomik, siyasi ve askeri alanda İslam coğrafyası üzerinde kıyasıya bir iktidar yarışı sürdürülürken bizler, kafamızı kaldırıp neler olduğuna bakamadık bile. Afganistan'ı Taliban'la, Irak'ı Saddam'la ele aldığımız veya gelişmeleri birbirinden bağımsız gördüğümüz sürece, 20. yüzyılda olduğu gibi, 21. yüz yılı da rehin alacak sürece karşı hiç bir cevap üretemeyeceğiz. Oysa ortada gizli saklı planlar yok; her şey apaçık: İslam dünyası her yönüyle esir alınıyor. Kaynakları yağmalanıyor, toprakları işgal ediliyor, insan kaynakları zayıflatılıyor, İslam'la bağlantıları koparılıyor, Müslümanlar'ın bir meydan okumasına ya da bağımsızlaşmasına yol açacak bütün araçlar ortadan kaldırılıyor. Bu proje, Müslümanlar'ı siyasal, ekonomik ve kültürel anlamda köleleştirme projesidir ve bizler, medya manipulasyonlarından, batılı kamuoyu oluşturma mekanizmalarının yönlendirmelerinden kurtulup gerçeği göremeden ve kendi söylemlerimizi geliştiremeden bu barbarlığın önüne geçemeyeceğiz. ABD'nin emperyal ruhunu biz besliyoruz İngiltere, geçen hafta dünyadaki bütün büyükelçilerini Londra'da topladı. 150'den fazla diplomatın katıldığı iki günlük toplantılarda yeni küresel yapı ve İngiliz politikaları masaya yatırıldı. ABD ve İngiltere öncülüğünde yeni bir dünya kurulmaya çalışılıyor ve bir çok güç merkezi dış politikalarında köklü değişikliklere gidiyor. Toplantılarda özellikle İngiltere'nin Irak'a saldırı gerekçesinin petrol olduğu, Londra'nın ABD ile birlikte Ortadoğu ve Hazar kaynaklarını denetim altına almasının zorunluluğu teyit edildi. Türkiye'yi Irak cephesine sürüklemeye çalışanlar, İngiltere'nin Irak planlarını biraz analiz etseler, burada Türkiye'ye "tetikçilik"ten başka hiç bir rol ve "ganimet" verilmeyeceğini çok iyi anlayacaklar. Amerika'yı Amerika yapan ve bir emperyal güç olarak bütün dünyayı kuşatmasına neden olan Amerika'nın kendi gücü değil, bizleriz. Soğuk Savaş dönemi boyunca ve sonrası ABD'ye yönelik sadakat ve yaptığı her eylemi meşrulaştırma kaygısı, Amerika'nın gücüne güç katıyor. Türkiye, İran, Suriye, Suudi Arabistan'ın açıkça karşı çıktığı bir ortamda ABD'nin Irak'ı işgal etmesi mümkün değil. Ancak bu irade olmadığı için işgaller yaşanıyor. ABD her müdahalesinde çevre ülkelerin ve uluslararası kamuoyunun gücünü kullanıyor ve bunu zafere dönüştürüyor. Bu teslimiyet ruhu yaşadıkça Amerika'nın gücü de ayakta kalacak. Ancak umut verici gelişmeler de var: ABD ve İnglitere 1990'dan bu yana ilk kez bu kadar yalnız. İlk kez, İsrail, Avustralya ve bir kaç küçük ülke dışında, karşılarında çok geniş bir küresel muhalefet oluştu. Avrupa, Rusya ve Çin gibi güç merkezlerinin yanısıra, bölgesel güçler de artık ABD'nin her istediğine evet demiyor. Bu yalnızlaşma süreci, belki Irak'a saldırmalarını engelleyemeyebilir ancak Irak harekatı ve sonrası daha da güçlenecek olan muhalefet, ABD ve İngiltere için ciddi bir sarsıntı olacak. Bu açıdan, Türkiye'nin ABD'nin her isteğine Soğuk Savaş dönemi gerekçeleriyle "evet" dememesi gerekiyor. Eğer Türkiye kayıtsız şartsız sadakat gösterisine devam ederse, önce kendi bölgesinde sonra da yeni uluslararası süreçte yalnızlığa oynayacak ve ABD-İnglitere-İsrail'in tetikçi ülkesi olmak zorunda kalacak. Türkiye'in Irak konusunda direnci ve bölgesel inisiyatif geliştirmesi, her ne kadar ABD'den bağımsız bir girişim olmasa ve ABD'nin Irak'a savaşsız yerleşmesine zemin hazırlayacak olsa da, umut verici... Irak'tan sonra diğer bölge ülkelerinin de hedef olacağı gerçeğinden hareketle, Türkiye ve bölge ülkeleri, ABD-İngiltere'nin planlarına karşı gelişen muhalif cephe ile dayanışma içinde olmak zorunda. Bölgesel ve küresel dayanışma olmadan bu barbar istilaya direnmek mümkün değil.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |