|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kemal Gürüz, hem seçilmiş hükümeti tahkir edici açıklamalar yapıp TCK'nın 159. maddesini ihlal ediyor "Bunlar gericileri YÖK'e yerleştirmek ve kemalist düzeni yıkmak istiyorlar" gibi; hem de "Maksatları İmam-Hatiplerin önünü açmak, İmam-Hatiplileri üniversitelere yerleştirmek" diyerek 312. maddenin "suç" kabul ettiği cürmü işliyor. Daha da ileri gidiyor, sekiz yıllık kesintisiz eğitime karşı çıkanları (vaktiyle karşı çıkmış olanları) zımnen Vehhabilikle, köktendincilikle, teröristlikle suçluyor ve sekiz yıllık kesintisiz eğitimle ABD'deki ikiz kulelere yapılan saldırı arasında irtibat kuruyor. Hiç kimse de çıkıp, "Sen kimsin, yetkin ve sorumluluğun nedir, kamu reyini muaheze etme hakkını nereden alıyorsun, meşruiyetin nedir?" diye sormuyor. Bir konuşmasında da "cephelerden", "barikatlardan" filan sözediyordu. Rektörleri, hükümetin hazırladığı YÖK tasarısına karşı "barikatları terketmemeye" çağırıyor, Meclis'in tasarruflarına karşı açıkca savaş ilan ediyordu. Ama ben fazla kızamıyorum. Doğal bile karşılıyorum. Öyle örnekler var ki, Kemal Gürüz mazur bile görülebilir. Mesela, kamu işlerini tedvire memur biri (şimdi tekaüt) şöyle demişti: "Hukuku ben tayin ederim. Yasama benden sorulur, yürütme ve yargı da benden sorulur. İnsanların nasıl yaşayacaklarına, nasıl giyineceklerine, neye hangi ölçüde inanacaklarına yasalar doğrultusunda ben karar veririm." Üstelik, adaleti sağlamakla görevli bir memur bu... Herkes onun gibi düşünmeli. Herkes onun kutsalına tapınmalı, onun kutsalına biat etmeli. Herkes onun değer tercihlerine göre hayatını düzenlemeli. Çünkü devletin tek sahibiydi o; gücünü ise anayasadan ve "laik cumhuriyet" ilkesinden alıyordu. Peki, anayasaya göre laiklik kamu alanını pozitif akla göre yeniden tanzim etmek, farklı ve karşıt olanın hukukunu korumak değil miydi? Hayır... Laiklik aynı zamanda sosyal hayatın eğitim, aile, ekonomi, hukuk, görgü kuralları, kıyafet vb. gibi cephelerinin din kurallarından ayrılarak zamana ve yaşamın zorunluluklarına, gereklerine göre saptanmasıydı. Yani yüzde 95 çoğunluğu da oluştursanız, vaz'edilen standardı benimsemek zorundasınız. Vergi vermek, askerlik yapmak, parlamento üyelerini seçmek, kendi hayatınızı düzenleme, inandığınız gibi yaşama, istediğiniz okullara gitme, düşüncelerinizi özgürce ifade edebilme hakkını vermiyor size. Bir avuç bürokrat azınlığın ve gemi azıya almış "seçkinci" oligarşinin çizdiği çerçeveye mahkûmsunuz. Peki seçimler? Peki parlamento? Onların bir kıymet hükmü yok. Hüküm bürokratın. Kemal Gürüz de, anayasadan aldığı yetkiyle "tahakküm hakkını" kullanıyor ve Meclis denetimi dışında yapılandırılmış (yapılandırılmasına göz yumulmuş) kurumunu müdafaa ediyor. Tabii sadece YÖK'ten değil, "kamu düzeni"nden de sorumlu sayıyor kendini. Çünkü, Kemal Gürüz mantığına göre üniversitelerin görevi, sadece öğrenci yetiştirmek değil, aynı zamanda ve "öncelikle" kamu düzenini korumaktır. Diyeceksiniz ki, bu ülkede bir hükümet var, ağır-aksak işlese de bir yargı var, kolluk kuvveti var, kamu düzenini korumak, eğitim-öğretimde sapır sapır dökülen bir bürokrata mı kaldı? Haklısınız. Ama haklı olmak bir şeyi değiştirmiyor bu ülkede.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |