|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Her güne birkaç olay sığdığı için eskiyen gündemi akılda tutmak Türkiye'de epey zor; bir de insan doğası gereği 'nisyan' ile mâlul olunca, günübirlik panik erbabına gün doğuyor. Bırakın eskiyi, bir-iki ay önce yazılanlar ve söylenenlerin bile hesabını soran çıkmıyor. Geçtiğimiz on günü bütünüyle kapsayan 'Kuzey Irak'ta gözaltına alınan Türk subayları krizi', hükümete dönük değerlendirmeleri bir kez daha gözden geçirmeyi zorunlu kılıyor. Özellikle hükümetin ABD ve AB ile ilişkileri açısından bir ara muhasebe çıkarmakta yarar var... Değerlendirmeye geçmeden birkaç ay öncenin gündemini hatırlatmaya çalışalım. TBMM'nin 1 Mart'ta 2. tezkereye geçit vermemesi üzerine, "ABD ile ilişkilerimiz bitti" yolunda yayınlar yapılmıştı. Ardından, aynı ayın sonuna doğru, TÜSİAD ve o çizgideki bir grubun, Kıbrıs konusundan hareketle "Avrupa Birliği treni de kaçıyor" tespitinde bulundukları duyuldu. O günlerin gazetelerini açıp bakınız, en aklı başında bilinenleri dahil pek çok yazarın, kabaca "AKP kasıtlı olarak böyle davranıyor; amaçları bizi Batı'dan koparmak" diye özetlenebilecek yorumlarla okurları karşısına çıktıklarını göreceksiniz... Nisan, mayıs, haziran... Aradan yalnızca üç ay geçti, ama bu kısa süre içerisinde yaşadıklarımız o kötümser yorumların hepsini boşa çıkarttı. "Türkiye'nin hiçbir değeri kalmadı" yorumu eşliğinde "AKP Türkiye'yi Batı'dan uzaklaştıracak" beklentisini gündeme dayayan kalemler gelişen olaylarla ağır darbe aldılar. Türkiye'nin değeri, savaş öncesi ve sırasında -ara ara yalpalasa bile sonunda yakaladığı- kişilikli politikalar sayesinde arttığı gibi, Türkiye'nin dış ilişkileri hem ABD'yle hem de AB ile daha mantıklı bir düzleme oturdu. Şişman kedilerin arkasına takılarak "AKP Türkiye'yi Batı'dan koparacak" yaygarasını koparanların beklentileri kursaklarında kaldı. Türkiye, Batı ile her zamankinden daha yakın bir konumda bugün... Batı ile yakınlaşmak, Türkiye'nin 'Batılı olmayan' toplumlardan uzak durması, onlarla ilişkilerini derin soğutucuya koyması anlamına gelmiyor. Tersine, Türkiye, Ak Parti iktidarıyla birlikte dış politika seçeneklerinin arttığı yeni bir döneme girmiş oldu. Sadece İslâm Dünyası değil, global çapta meydana gelen gelişmelerden endişe duyan, korunmasız kaldıklarını düşünen bütün ülkeler Türkiye'yi izleme ihtiyacı hissediyorlar. Siyasî dilde yakaladığı çok boyutluluğu devlet politikalarına da taşıyabilirse, hükümet, Türkiye'nin geleceğini olumlu biçimde etkileyecek sihirli bir formüle bile dönüşebilir... Bu gelişmenin önünde bir dizi bize özgü psikolojik engel var. Hükümet, bu sebeple, içeriye güven ve moral aşılamak zorunda. Piyasalara istikrar, ekonomiye canlılık, topluma huzur bu yolla ulaşır, umudu besleyen de bu unsurlardır... İktidarda yolsuzluklarla mücadele edilmesi, kayırmacılık ve iltimasın önünün kesilmesi, eşitlik ve adaletin gözetilmesi şarttır. Türkiye elbette bir yönüyle Doğulu bir ülke; kendisini olağanüstü değerli kılan o özelliklerini gizlemesine gerek yok... Buna karşılık, Türkiye, Batı ile pek çok değer yargısını da paylaşıyor; bundan da eziklik duyması, utanması gerekmiyor... Ülkemizi başkaları için câzip kılan, bizim Batı ile Doğu'yu birarada yaşatan bu özel durumumuz... AB'ye üye olacaksak, ya da ABD ile saygı ve güven üzerine oturan bir ilişkimiz olacaksa, bu çok yönlülüğümüz üzerinde titizlenmemiz şart... Ak Parti iktidara geldiğinden beri sürekli kıyamet senaryoları yazıp duranların beklentileri gerçekleşmedi; Türkiye dünden daha güçlü ve gelecekten daha umutlu bugün... Şom ağızlıların 'tek boyutlu Türkiye' projeleri iyice sarsılıyor... Bütün değerlerinin sonuna kadar farkında ve onları kendi çıkarı için sonuna kadar kullanabilen bir ülke olma yolunda kararlı adımlar atıyor Türkiye... Bu ara muhasebeyi bütün toplumu 'amnezi' hastası sananlar için çıkardım...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |