|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
TENKİDİN TENKİDİ!..
OSMAN AKKUŞAK S.B. Feridun Andaç; 6 Temmuz 2003 tarihli yazınızda, Tomris Uyar için, (geleneksel anlatı öğelerinin dışında bir anlatım örgüsü kurdu) demişsiniz.. ne güzel işte: "anlatım" diyorsunuz.. "anlatma" da diyebilirsiniz.. niçin "ifade" yerine "anlatı" diyorsunuz? "Anlatı" kelimesi, hem zevksiz, hem müziksiz, hem de güdük bir kelime.. "ifade"nin yerini tutmuyor, edebî ve estetik değerlerini tam ifâde edemiyor.. "biçem" de öyle!.. "biçim" varken, yahut "şekil" varken "biçem" de ne oluyor? "Betimleme"ler, "ruh çözümlemeleri", "izlenimler", "anılar", "imgeler", "iç konuşmaları", "bilinç akışı" gibi hikâyenin ifade tarzlarını isimlendirmeniz, zikretmeniz; ifâde olayını iyi kavradığınızı gösteriyor... Bir romancı veya hikâyeci, zaten bu tarzları kullanmaya mecburdur. "Bu tarzlar, Tomris Uyar'ın dilinin başat öğeleridir" demeye gerek var mı? ("dizboyu papatyalar", "yürekte bukağı"; öykücülüğünde yeni bir evrenin ürünleri toplamını oluşturdu..) diyorsunuz.. Bu yeni evren nedir, onu da kısaca açıklamanız gerekirdi.. Beş on gün evvelki bir yazınızda: "yirmi üç, yirmi dört yaşın delicoşluğuyle büyük kentten bile isteye kopmuş, Andırın'a gelmiştim" diyorsunuz.. "delicoşluk" kelimesini yanlış yapmışsınız.. "delicoşkunluk", yahut "deli coşkun" olsa, olur.. "lık, luk" eki fiil köklerinin sonuna getirilemez.. San'atkar, yahut şair.. yazar, yeni kelime îcad eder, ama türetme kurallarına riâyet etmek şartıyle! Bir sene kadar evvel Yeni Şafak'ta, beğendiğim bir yazınızdan bahsettiğimi hatırlıyorum.. Görüyorsunuz ki, yazılarınızı okuyorum.. Eleştirileriniz ve edebî evsaftaki metinleriniz; üzerimde, mübalâga ve hayal mahsulü sözler olmaktan ziyade; gerçeklere, ciddî fikirlere dayanan, düzenli ve mantıklı yazıların hâsıl edeceği etkiyi yapmaktadır.. Sizinle, edebiyatın ve üslûbun hem esas konuları, hem de ince ve komplike meseleleri, detayları üzerinde müzakerelerde bulunabileceğimizi zannederim.. Eski kelime-yeni kelime taassubuna düşmeden.. Edebî terimlere bir taraftan zevkli ve yerinde karşılıklar bulmaya çalışırken, bir taraftan da eskiden kullanılmış terimleri günışığına çıkarmak; edebî eserleri ve değişik üslubları da sağlam ve sistematik ölçülerle inceleyerek inşa' edici, ibda' edici, tahlîl ve terkîb edici, tasnif edici neticelere ulaşmak, lâzımgeldiğine şüphe yoktur. Edebiyâtın, sağlam prensiplere yapışmış münekkidlere, araştırmacılara, işaret edicilere ihtiyâcı vardır.. kaliteli yazıyle alâlâde söz arasındaki farkı anlayan beyinlere ihtiyaç var.. Tâki cevherli söz, lâf kalabalığında yokolup gitmesin!.. Şiir mi, hikâye mi? "Kırklar" dergisinde, EMRE Miyasoğlu'nun hikâye mi desem, tahayyülât mı desem, artistik bir düzyazı mı desem, târif etmekte zorlandığım bir yazısını gördüm.. bir çırpıda okudum.. sanki ben 19-20 yaşımdayım da, o olanları, söylenenleri ben hayal ediyorum, hissine kapıldım.. O ne tabiîlik.. o ne ustalıktır!.. Edebiyatçı bir babanın, güçlü prensiplere, disiplinli ölçülere sahib bir annenin önünde söylenebilecek en ustalıklı bir dili bu genç adam nasıl bulmuştur? Nasıl, suya sabuna dokunmadan yarı açık yarı kapalı bir üslubla bu hayalleri dile getirebilmiştir!.. Dilindeki o sadelik ve açıklık, nasıl da yazının sonuna kadar kendini koruyabilmiştir?.. Bu genç adamın zihninde aydınlık var.. kalbinde de hassâsiyet ve incelik var!.. Arı duru sade bir dille hikâyeler yazarsa; hayatı tanıdıkça, onun güzelliklerini, acılarını, sertliklerini, cilvelerini gördükçe; gördüklerini, duyduklarını keskin, lirik, içli bir dille yazıya dökerse; hiç şaşırmıyacağım!.. (Kırklar Dergisi, sayı: 25; Emre Miyasoğlu: Olmaz Hayâl)
|
|
|
|
|
|
|