|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Modern siyaset kuramının üç büyük düşünürünün, yani Makyavel, Hobbes ve Bodin'in "Devlet" tanımlarında "Millet" ve "Milliyet" fikrinin yer almadığından geçen günkü yazımda şöyle bir söz etmiştim. Bu büyük düşünürler "Devlet"i tanımlarken böyle bir fikre ihtiyaç duymuyorlardı, çünkü sonradan "Ulus-Devlet" olarak adlandıracağımız devlet biçiminin doğmasına daha çok zaman vardı... Devletlerin hayatı tabii ki bu düşünürlerin çizdiği çerçevede gelişmedi. "Devlet" ve "Millet" giderek birbirlerine o derece yaklaştı ki, "milliyet ilkesi" modern devletlerde meşruiyetin en yüksek ilkesi haline geldi. Bu sürece ilişkin olarak akla gelen en önemli dönüm noktası hiç şüphesiz Fransız Devrimi'dir. Ama bu devrimi yataklık etmiş olan "Aydınlanma" düşüncesini hatırlayacak olursak, belki bu dönüm noktasını da çok abartmamak gerekir. Çünkü unutmayalım ki, o dönemde Avrupa'yı sarmış olan ve "Aydınlanma" olarak adlandırdığımız "ruh hali"ni karşılayan en uygun terim "milliyetçilik"ten çok önce "gayri milli" bir anlayış , yani "kozmopolit" dünya görüşüydü. "Milliyetçiliğin" devletle "ayrılmaz bir bütün" oluşturmalarının asıl tarihini belki de sömürgeciliğe karşı verilen savaşlarda ortaya çıkan "ulusalcı devlet" ile başlatmak daha doğrudur. Bundan böyle artık bir devletin, bir devlet otoritesinin "milliyet ilkesine" kayıtsız kalarak meşruiyetinden söz edebilmesi mümkün değildi. Hatırlayın; daha geçenlerde bizde de büyük tartışmalara neden olan "İkiz Sözleşmeler"in temel ilkelerini hatırlayın... Ve hayal edin: Bu "Sözleşmeler" yazının başında adlarını andığımız üç büyük devlet kuramcısının önlerine konulsa, tepkileri nasıl olurdu?! Bu üç büyük düşünürümüz kuramlarında "Millet"e hiç yüz vermedikleri gibi, bunun tabii bir sonucu olarak bir ülkede "yönetme hakkının" yabancıların elinde bulunmasını da hayretle karşılamıyorlardı. Makyavel devleti asıl olarak bir "güç meselesi" olarak anladığından, halkın farklı dilleri konuşmasının "devlet adamı"nın işlerini zorlaştıracağını söylese de Romalıları örnek göstererek bu sorunu aşılamaz bir sorun olarak görmüyordu. Hobbes da benzer bir biçimde, bir ülkede "yönetme hakkı"nın yabancılar elinde bulunmasının ortaya pek çok sıkıntı çıkaracağını kabul etse de, bu sıkıntıların, doğrudan, yönetimin "yabancılar" elinde olmasından kaynaklandığını söylemiyordu. Halkın devlete "vatandaşlık" etmesi başka bir konuydu. Nitekim düşünür, bu çerçevede l. Jacques'ın İngiltere ve İşkoçya'yı birleştirmeye çalışması bunun iyi bir örneğiydi. Bodin açısından da problem yoktu. Madem ki asıl mesele "iktidarın birliği " ve "egemenlik" meselesiydi, yabancıların "yönetme hakkı"nın onun kuramında da sorun teşkil etmesi mümkün değildi... Peki ben bu yaz sıcağında bu "sıkıcı" konuları niçin hatırlatıyorum? Niçin olacak, Irak'ta yabancıların (yani Amerikalıların) "yönetme hakkı" giderek büyük sıkıntıya giriyor da ondan tabii... Le Monde'un Bağdat muhabiri Remy Ourdan'ın bildirdiğine göre, Amerikalılır açısından Irak'ı "yönetmek" her gün biraz daha zorlaşıyor, işler her gün biraz daha sarpa sarıyor... General Franks, birliklerinin her gün 10 ve 25 arası saldırıya uğradığını söylüyormuş. Muhabirin anlattığına göre, geçen Perşembe günü Iraklı bir savaşçı bir Amerikan zırhlı aracının üzerine roket yollayıp, aracın içindekiler yaralanınca bakın neler olmuş: Etrafta bulunan Iraklılar olay yerine gelen Amerikan yardım ekibini (askerler, sağlık personeli) ve yaralıları "go home" ve bağırarak taşlamaya başlamışlar. Savaş sırasında Iraklıların gözüne birer "kovboy" olarak görünen Amerikalılar savaş sonrasında halkın üzerine ateş açmaya varan keyfi davranışlarıyla daha bir nefretle gözlenir olmuşlar. Aslında muhabirin ayrıca belirtmesine gerek de yok; bizler de her gün televizyon ekranında yüzüstü yere yatırılıp boyunlarına botla basılan, başlarına "çuval" geçirilen Iraklıları görmüyor muyuz? Siz şu hale bir bakın; insanların ülkesini işgal et ve kafana estiği zaman kafalarına "çuval" geçir... Iraklılar, Amerikalıların sözlerini tutmadığı için de çok kızgınmış. Savaş biteli şu kadar ay geçtiği halde ortada ne elektrik, ne su ve kanalizasyon şebekesi, ne iş, ne yiyecek varmış... Iraklılar, özellikle şu yaz aylarında hâlâ elektrik verilmemesini Amerikalıların "Irak'ı cezalandırmak" istemelerinin bir sonucu olarak değerlendiriyormuş. Iraklılar, kendilerini aşağılayan bu yeni kolonizatörün ülkede olup bitenler hakkında kendilerine en ufak bilgi vermediğinden de şikayetçiymiş. Bu çerçevede bazı "işbirlikçilerin" öldürüldüğü ya da tehdit edildiği de bir gerçekmiş. Le Monde muhabiri, Amerikalılar her ne kadar kabul etmek istemese de, ABD'nin Irak'ta giderek daha geniş bir direnişle karşılacağını söylüyor. Nitekim giderek güçlendirilen dikenli teller ve beton korunaklar arkasında kaybolmuş Amerikan üslerinin varlığını bu gelişimin bir sonucu olarak yorumluyor. "Amerikalılar kendilerini Irak'tan, hayattan kopararak, geldiklerinde kendilerine o kadar da karşı olmayan bir ülkede kendi kendilerini muhasara altına almakla meşguller." Yani bu kadar olur... Sen git halkının kafasına "çuval" geçirerek bir ülkeyi işgal et ve sonra da dikenli teller ve beton korunaklar arkasında kendi kendini esir al! Peki bu manzara neyin habercisi olabilir? Neyin olacak, Amerikanın askeri zaferden sonra, çok daha zor olan diğer savaşı, savaş sonrası savaşını kaybetmeye başlamasının tabii ki... Bilmiyorum, Robert Kagan gibi şahin ideologların "yaşlı Avrupa"nın "ebedi barış"ı mümkün gören "Kantçılığı" karşısında Hobbes'u hatırlamaları belki de bundandır... Bu zamanda bir ülkede yabancıların "yönetme hakkı"nı ele geçirmesinin sorun teşkil etmediğine ve etmeyeceğine kendilerini belki de bu yoldan ikna ediyorlardır. Ama düşünün; filozof aramızdan ayrılalı üç asırdan fazla oluyor....
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |