|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
yalnız Hakan'a....
Bu ifadenin işaret ettiği anlam birikintisi ne kadar da çok, ne kadar da farklı... İfade bizleri gerçekten de şaşırıyor, bizler de şaşıyoruz bu yüzden... Şaşıran değiliz biz, üzerimize düşen sadece şaşmak... şaşkınlık bize ait, şaşıran ise öncelikle ifadenin kendisi... Unutmadık aslâ, 'şaşan' ve 'şaşıran' ile beraber bir de 'şaşırtan'ın olduğunu... Şaşırtan, yani şaşmaya değil, şaşırmaya neden olan... ifadenin bizleri şaşırmasına yol açan temel etmen... Bu sözcük de yanlış kullanılıyor ya, geçelim... Yaşananlar tam bir şaşırtmaca... oyun içinde oyun... Şaşan kim?... Şaşıran ve en nihayet şaşırtan kim?... Şaşkınlık karıştırmaktan kaynaklanıyor... Gerçekten de karıştırılır hep "yalnız olmak" ile "tek başına olmak" kavramları... Oysa yalnız olmak başka... tek başına olmak daha başka... Hakikatte hiç tek başına olmadık, olamadık... İstedik mi gerçekten tek başına olmayı, tek başına kalmayı, bilemiyorum... Yalnızlıklarının farkında olmayanlar, tek başına olmayı yalnız olmak zannediyorlar... yolun başında şaştıkları için, yolun başında şaşkınlığa uğradıkları için böyle zannediyorlar... Keşke uğramakla kalsalardı, bilakis orada ikameti seçtiler. İşte bu yüzden zannetmeye devam ediyorlar... Onları şaşıran ifadenin kendisi... Yalın-ız olmayı... yalın olmayı istiyorlar ve sanki bu takdirde ancak yalınlığın kendilerine yalnızlığı ikram edeceğini sanıyorlar... Yalınlık... ikramda bulunamayan yoksulluğun, yoksunluğun adı... gerçekte yok-luk değil, sadece bir tür yok-sulluk.... hakikatte yok değil, yok gibi, yok-umsu... Yalnızlık... ayrılığın yitimi... âdeta vuslat... kişinin kendisine kavuşması... ışkın ve aşkın ta kendisi... bir tür cinnet sayılması da bundan... Tek başına (yalın) olmayı seçenlerin cinneti salt görünürde... tuhaf olanı, alışılmadık olanı seçmek idi bir zamanlar yalınlığı seçmek... zorluğu ise kolay olanı seçmekten neşet ediyordu.. şimdilerde ise bir ayrıcalık... varlıklı olanlara özgü bir ayrıcalık... duvarlar işbu görece tekbaşınalığı simgeliyor artık... Peki yalnızlığı? Aslâ! Varlık(lı)lar kimi zaman tek başına kalmayı başarıyorlar, başaramadıkları yalnızlık... İnşa ettikleri koca duvarlar onları büyük sürülerden koruyor, onlarsa içerilerde küçük sürüler oluşturuyorlar... tek kişilik sürüler... Yalnızlık kişinin kendisiyle buluşması... kendisiyle tanışması... kendisini tanıması... Demem o ki yalnızlık kişinin sürülere karşı kendisini koruması, onlardan kaçması değil, bilakis sürülerin içine atılmışken, tam da sürülerin içinde iken kendini farketmesi... Yalnızlık gerçekte bir fiil, bir hareket değil, aksine bir hâl, bir farketme hâli... bu bakımdan zamanî değil, aksine zamandan hâli... Düşünmeli değil mi, "Ne kadar tek başınasınız?" diye sorulmuyor da "Ne kadar yalnızsınız?" diye soruluyor. Acaba neden?!?!? Gustave Janouch Franz Kafka'ya bir vesileyle şöyle sorar: — [Gerçekten de] o kadar yalnız mısınız?
— Onunkinden de beter... Ben [ancak] Franz Kafka kadar yalnızım! (G. Janouch, Gespräche mit Kafka, s. 41, Frankfurt, 1961) Kimse başkası kadar yalnız olamaz, aksine herkes en nihayet kendisi kadar yalnızdır. Çünkü —unutmamalı ki— tek başınalığı başkaları (ağyar), yalnızlığı ise sadece kişinin kendisi (yâr) farkeder. Uzun söze ne hacet, sen 'sen' kadar yalnızsın, ben 'ben' kadar!.. Şayet 'O'nun ahlâkıyla ahlâklanabilseydik, belki ancak o zaman 'O'nun kadar yalnız olabilirdik; zira 'O' da 'O' kadar yalnız! Bir de ilgilisi için bir bilgi-notu: Teşkik zevat ve zâtiyette olmuyor, ferdlerin hâl, sıfat ve arazlarına münhasır kalıyor; tıpkı beyaz veya kırmızı olmakla nitelenen her nesnenin beyazlığının veya kırmızılığının farklı derecelerde gerçekleşmesi gibi... (Demek ki "küllî-i müşekkek" meselesi bir daha mütalaa buyurulmalı!)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |