|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kimseden çekmedi bu millet "salaklar" ve "asalaklar"dan çektiği kadar. Kendi kendine bizimkisi kadar zulmeden, kendi kendini bizimkisi kadar aldatan ve kandıran, bizimkisi kadar boş işlerle avutan ve içi-boş hülyalara, hayallere kaptıran başka bir "ülke" tanımıyorum ve bilmiyorum ben. "Abartıyor muyum?", "haksızlık mı ediyorum?" türünden soruları sormayı bile salaklık olarak görüyorum: Görünen köy kılavuz istemez çünkü. "Salak" ve "asalak" kelimelerini rastgele seçmedim ve rastgele kullanmıyorum. Bizim son iki yüz yıldan bu yana yaşadığımız ve tastamam traji-komediye (=acıklı güldürü'ye) dönüşen; bu acıklı-güldürü nedeniyledir ki, bizi, ağlamamız gereken şeye güldürten, gülmemiz gereken şeye ağlatan iki yüzyıllık savruluş ve yokoluş maceramızın bizi nasıl mecrasız ve mecalsiz bıraktığını fark ve idrak edemeyecek kadar salakça ve asalakça bir hayatın orta yerine fırlatılmış gibiyiz. Nasıl da salakça ve asalakça bir maceraya soyunduğumuzun en önemli göstergesi, asil ve büyük işler yapmış; asalet, adalet ve hakkaniyet sahibi "dünyalar", ilişkiler kurmayı başarmış bir "millet"in çocuklarının 4-5 kuşaklık kısa bir zaman dilimi içinde tanınamaz hale gelmesidir: Bu süre zarfında, ufkumuz ve zihnimiz medeniyet coğrafyasından Anadolu yarımadasına hapsolacak kadar daraldı. Devlet-ebed-müddet aşkı ve ışığıyla aydınlanan ve parıldayan; bizim dünya tarihinin binlerce yıldan bu yana cereyan ettiği üç kıtanın kesiştiği "altın nokta"ya en az beş asır hükmetmemize, bu "altın nokta"dan "uygar barbar" Batılıların yaptığı gibi tahakkümü, zulmü, sömürüyü, kan emiciliği, fitne-fesadı değil; sulhü, selamati, hakkı, hukuku, adaleti ve hakkaniyeti hükümfermâ kılan ve insanlığın son adası olarak isimlendirilecek bir medeniyeti kurmamıza imkân tanıyan büyük rüya/lar/mız, yerini, vaziyeti kurtarmak, vartayı atlatmak, köşeyi dönmek gibi salakça ve asalakça hülyalara terk etti. Salaklığımızın ve asalaklığımızın hangi boyutlarda seyrettiğini ufkumuz ve zihnimizdeki daralmadan; hakîkat medeniyetinin gördürdüğü büyük rüyaların yerini, küçük, anlamsız, sığ hülyalara, hayaletlere dönüşen tabansız, tavansız ve tutamaksız hayallere terk etmesinden daha iyi ne gösterebilir ki... Salaklığımızın ve asalaklığımızın en çarpıcı, en yıkıcı somut örneklerinden biri, zamanla türdeşleri bu ülkeye vaziyet edecek kadar çoğalan Dr. Abdullah Cevdet'in şu üç sözü çok iyi gözler önüne seriyor olsa gerektir. Osmanlı'nın çöküş zamanlarının Batıcı entel-dantellerden Dr. Abdullah Cevdet, Batı'dan başka hiçbir ideal göremeyen, Batı'yı da aslâ kurucu paradigmalarını ve kurucu figürlerini derinlemesine anlayamayan, sadece sığ ve yüzeysel görünümleriyle ve yönleriyle algılayan günümüzün sağ ve sol seküler entel-dantellerinin yaşadıkları entelektüel savrulmayı, zihinsel körelmeyi ve ruhsal çoraklaşmayı haber veren sözler söylüyor. Örneğin şunu söylüyor Dr. Abdullah Cevdet: "Dünyada tek bir medeniyet vardır; o da Avrupa medeniyetidir. O yüzden Avrupa medeniyetini gülleriyle ve dikenleriyle olduğu gibi almalıyız." Şu söz de ona ait: "Avrupa'dan damızlık erkek getirtmeliyiz". Bir sözünü daha nakledeyim de bu ülkenin büyük rüyalarının nasıl sığ, salakça ve asalakça hülyalara dönüştüğünü görelim. Tam tamına şöyle diyor: "Kur'ân'ı kapat, kadını aç". Salaklığın ve asalaklığın nasıl zıvanadan çıktığını bu sözler çok iyi göstermeye yetiyor olsa gerek. Oysa aynı yıllarda, bizim putlaştırdığımız Avrupa uygarlığı bir taraftan emperyalist ve sömürgeci yayılmasını sürdürürken, bugün tüm insanlığa yaşattığı bunalımın ilk sarsıcı sonuçlarını yaşıyor. Bizzat Batılı uygarlık tarihçilerinin Batı uygarlığının "bunalımlar çağı" olarak adlandırdıkları bir kriz evresine giriyor. Ve Abdullah Cevdet'le aynı yıllarda yaşayan Alman sosyal teorisinin kurucu babalarından Max Weber, Adullah Cevdet'in putlaştırdığı seküler-modern Avrupa uygarlığını "demir kafes"e benzetiyor ve seküler Avrupa uygarlığının iki büyük krizle malûl olduğunu söylüyor: Birincisi, "anlam krizi"; ikincisi de "özgürlük kaybı". Salaklığımıza ve asalaklığımızın nerelerde seyrettiğini, bizi nasıl zihinsel olarak kötürümleştirdiğini ve köleleştirdiğini aynı yıllarda yaşayan Dr. Abdullah Cevdet'le Max Weber'in gözlemlerindeki bu şaşırtıcı uçurum çok iyi açıklıyor. Tüm bunları, genç kuşaklarımızda yaşanan savrulmanın nedenleri ve kökenleri üzerinde daha derinlemesine kafa yoralım diye hatırlatıyor ve yazıyorum. Kimliksiz, idealsiz, büyük rüyalar görecek bir mecali ve merakı kalmayan, liselerde bile kurtuluşu uyuşturucuda arayacak kadar yitik ve bitik bir kuşak yetiştirdiğimizin ne kadar farkındayız acaba? Eğitim sistemi, genç uşaklarımıza büyük idealler, büyük rüyalar veremeyecek kadar felç olmuş; onbinlerce sıfırcılarla herhalde Guinness Rekorlar Kitabına girmeyi hak edecek kadar traji-komik bir uçurumun eşiğine gelmiştir. Çocuklarına büyük idealler, büyük rüyalar armağan edemeyen bir ülkenin geleceği karanlıktır. Çocuklarına iki yüzyıldan bu yana büyük idealler ve büyük rüyalar armağan edecek İslâmî kimliği, kültürü, tarih ve medeniyet tecrübesini öğretmeyen, muhkem bir kültür, tarih ve medeniyet şuuru veremeyen bir ülke salakların ve asalakların ellerinde tarihin çöp sepetini boylamaktan kurtulamaz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |